Sivas Kongresinden sonra Damat Ferit’in başında bulunduğu İstanbul Hükümeti, Kuvayı Milliye’nin etkinliği kırmak ve yok etmek için yerel eşraf ve din adamı görünümündeki softalarla işbirliği ederek çıkardığı isyanlardan biridir.
Yozgat ve Yıldızeli ayaklanmalarından cesaret alan Zileli Avukat (Davavekili) Unvan Ali ve destekçileri Şeyh Abdüsselam, görevden uzaklaştırılan eski Nahiye Müdürü Naci, Ayancıoğlu Mehmet Postacı Nazım, esik Mal Müdürü’nün oğlu İhsan topladıkları 30-100 atlı ile ayalanırlar. 7 Haziran Zile’ye girerler.
TBMM isyanların üzerine 3 Haziran 1920’de Suvari Binbaşı Hilmi Beyi gönderir. Jandarma birliğini postacı Nazım teslim alır. Ayaklanmacılar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerini tutuklar ve evlerini yağmalarlar. Az sayıdaki Hilmi Bey kuvvetleri Zile kalesine çekilir ve etkili olamaz.
Ayaklanmayı bastırmak için Tokatta bulunan 5. Süvari Tümen Komutanı Yarbay Cemil Cahit Toydemir görevlendirilir. Erzurum ve Sivas’tan gelen birliklerle Tümen güçlendirilmiştir. Ayrıca değerli din bilgini Amasya Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi’nin katkılarıda büyük olmuştur. Bir “Milis kuvveti” teşkil etmiş, asilere nasihat için kendi başkanlığında bir heyet oluşturmuştur.
Görüşmelerden kesin bir sonuç alınamamış bunun üzerine Cemil Cahit Toydemir ayaklanmacılara yirmidört saat süre verdi. Sürenin tamamlanması sonucu taarruza geçildi. Yoğun çarpışmalar sonrasında 12 Haziran’da Zile’ye girildi. Ayaklanmaların elebaşılarından Ali, Abdüsselam ve Ayancıoğlu Mehmet çarpışmalar sırasında öldürülmüş, 13 Haziran’da ayaklanma tam bastırılmıştır.
1 Temmuz 1920’de Askeri Mahkemin yargılanması sonucunda 22 kişi idam edilmiştir.
Yurdumuzu işgal edenlerle savaşan ulusal kuvvetlere yardım etmek yerine, onları ortadan kaldırmaya, yok etmeğe çalışan çıkarcı hain çevreler her zaman olmuştur. Her defasında da gerekli dersi almışlardır, alacaklar dır da. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek ATA’sının izinde yaşayacaktır.
Kaynaklar :
Milli Mücadele de İç İsyanlar - ATASE VI. Cilt
Milli Mücadele de Din Adamları - Ali Sarıkoyuncu
23 Ağustos 2009 Pazar
ATATÜK VE UYANAN MAZLUM ULUSLAR
“Düşman her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silahımı bir elimede Türk bayrağını alarak Elma Dağına çıkacağım. Burada tek başıma, son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonrada bu kutsal bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken bende milletimin uğruna yaşama veda edeceğim. Huzurunuzda buna ant içiyorum.” Atatürk(1)
Bir elinde silahı bir elinde kutsal Türk bayrağı olarak ülkesi ve ulusu için, her zaman ölmeğe hazır bir örnek lider.
Bu sözleri Kurtuluş Savaşı’nın en umutsuz günlerinde bir millet vekilinin: “Ankara’da Mustafa Kemal’den başka bir şey yok, bu işin sonu felakettir, akibetimiz korkunçtur.” sözleri üzerine bazıları memleketlerine dönmeğe karar verdiklerinde söylemiştir. Bu sözlerden sonradır ki milletvekillerinin yurtseverlik hisleri kabarmış; “Paşam yolundan dönmeyeceğiz, seninle beraberiz” diye haykırmışlardır.
“İnsanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Çağların Önderi Atatürk, Türk ulusunu iki defa kurtarmıştır. “İlki Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda “emperyalizmin” pençesinden, ikincisi savaş sonrasındaki “çağdaşlaşma” hareketiyle karanlığın pençesinden.”
O, yalnız Türklerin Atası olmakla kalmamış bütün ezilen mazlum ulusların da atası olmuştur.
Hindistan, Pakistan, Afganistan, Tunus, Mısır, Suriye, Ürdün vs. İslam ve Doğu uluslarını da uyandırmış, bütün özgürlük savaşı veren ülkelerin esin kaynağı olmuştur.
Örnek mi? Hindistan’ı bağımsızlığa kavuşturan Mahatma Gandh’i, Ebul Kelam Azad, Pakistan’ın ulusal kahramanı Muhammed Ali Cinnah
Dr. Nacem Qureshi, Atatürk’ün Hindistandaki etkisini incelediği “The Rise Of Atatürk And Its Impacı On Comtemporay Muslim İnda: The Early Phase” adlı yazısında: Bugün bile çok ailede yaşayan bir gelenek, Atatürk’ün resimleri ve fotoğraflarını evlerinin duvarlarına asmalarıdır. Bu Atatürk’ün İslam coğrafyasındaki etkisini gösterir. Atatürk halkına umut vermiştir, yeniden örgütlenmiş ve onları zafere taşımıştır. Atatürk’ün adı ilk kez Hindistan’da 1915 yılındaki Gelibolu Savaşları muharebeleri nedeniyle duyulmuştur. Atatürk Hintlilerin gözünde İslam’ın Batı emperyalizmine karşı meydan okumasını sağlamış, tehlike altındaki hilafeti kurtarmış bir kahramandır.”(2)
Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Muhammed Sadık (Mohammed Sadig): “Türk İnkılabı, Hindistan Özgürlük Hareketi” isimli eserinde, “Hindistan’da bağımsızlık mücadelesi yolunda sağlanan Milli Beraberliğin ilham kaynağının Türk Milleti olduğunu belirtmiştir.
Sadık ise; “Türk Bağımsızlık Savaşı ve Mustafa Kemal, ister Müslüman” ister Hintli, ister Sih olsun bütün Hindistan halkını ve Hindistan Kurtuluş Mücadelesini derinden etkilemiştir.”
Hintli Lider Ebul Kelam Azad: “Mustafa Kemal çağının en büyük şahsiyeti” dir demiştir.
“...Mustafa Kemal Paşa, sadece, İslam’a değil, bütün Asya’ya zaferle gurur vermişti.
Bir konuşmacı İslam’a sahip çıkmanın sadece Mustafa Kemal Paşa’nın değil, bütün Müslümanların görevi olduğunu vurgulamış ve Güney Asya’daki dindaşlarının (Anzak) Türklere karşı savaşmakla “kullandıklarını ve böylece aslında İslam’a ihanet ettiklerini itiraf etmiştir.(4)
Türk Kurtuluş Savaşı yalnız Doğu uluslarını değil Kuzey Afrikayıda etkilemiştir.
Cezayir’den gelen kutlamada: “Cezayir’in Müslüman halkı...ellerini Yüce Allah’a doğru açarak, kalplerinin derinliğinden dua ediyor. Mustafa Kemal Paşa Al Muzaffer Al Gazi Hazretlerine en içten ve saygı dolu tebriklerini sunuyorlar.”
Ankara Hükümetinin Paris Temsilciliğine Tunus’tan gönderilen yazıda: “Destur Partisi, Kemal’in Ordularının zaferi münasebetiyle duyduğu derin sevinci size iletirken, büyük Mareşal Mustafa Kemal’e ihtiram dolu, yürekten iyi dileklerini ulaştırmanızı rica eder” demektir.
Atatürk bütün Müslümanlar tarafından Seyf-ül İslam (İslamın Kılıcı), “Mücahid-i İslam “İslamın son, savaşcısı” olarak isimlendirilmiştir.
Schlegel: Atatürk milliyetçiliği, öteki uluslara karşı yayılmacı ve düşman bir milliyetçilik değil, Bağımsızlık Savaşı’nın başından itibaren, Türk Ulusunun bağımsızlığına ve yurdunun savunmasına dönük bir anlayıştır. Bunun için dir ki, Milli Mücadele hem saygı uyandırmış hemde örnek alınmıştır.
Alman tarihçi Von Mikusch: Bu yeni Mekke (Ankara) hac görevini ifa etmek için koşup gelen hacılarla dolup taştı.”(5)
Savaş günlerinde Hindistan’da bulunan Zeki Velidi Togan Hindu Müslümanlardaki Mustafa Kemal sevgisini şöyle anlatmaktadır. “Bombayda bir camiye girmiştim. Duvarına “Zinde bad Mustafa Kemal” diye bir levha asılmış olduğunu gördüm. Yani “Yaşın Mustafa Kemal”(6)
Emil Lenguyel: “İnsanlar Ortadoğunun her yerinden gelip O’na ülkelerindeki reform hareketlerini yönetmesi ricasında bulunuyorlardı...Mustafa Kemalin adı, bir darbı mesel olmuştur. Bu ad yalnız Türkçeye değil, Arap diline de yerleşmiş durumdadır. Bu ismin ünü Türkler’in babası kavramını da aşmıştır...” (7)
Mustafa Kemal’in başarıları İslam dünyasındaki aydınlarında saygısını kazanmıştır. Pakistan’ın ulusal şairi ve düşünürü Muhammed İkbal “İslamiyet’in Uyanışı” şiiri yazdığı için İngilizlerin tepkisini çekmiş ve zindana atılmıştır. Mustafa Kemal Paşa için yazdığı bu şiir elden ele dolaşmış ve cami kürsülerinde okunmuştur.
Tanrı O’nu güçlendirsin.
Bir millet vardı ki, Takdirin gizli haznesinin sırlarına biz onun hikmetiyle vakıf oldu.
Aslımız esasta sönük bir kıvılcım idi; bir bakış baktı ki o sayade dünyayı tutan güneş olduk.
Müşrit gönlümüzden aşk nüktelerini sildi: dünyada kusurumuz ölçüsünde küçüldük.
Bizim yaratılımışa uygun olan çöllerden esen rüzgarlardır.
Saba melteminin nefeslerinden kederli gonca olduk.
Feleklerin kubbesini saran ulu akislere oh olsun. Pes ve tize bağlandığımız zaman inilti haline geldik.
Ey o zamanlar ki; ne çok avı tuzak kurmadan yakalayıp takimize asmıştık.
Şimdi koltuğumuz altında okumuz ve yayımız olduğu halde avlarımız tarafından öldürülmüşüz.
Atının yol verdiği kadar koş, atıl ki, biz tedbir yüzünden defalarca bu alanda mat olduk. (8)
Mısır’ın ünlü Şairi Ahmet Şevki bir şiirinde şöyle seslenmektedir.
Allahu ekber, bu zaferde hayranlık uyandıran nice şeyler vardı.
Ey Türk kahramanı, sen Arap kahramanı Halid’i yeniden canlandırdın
Ey Gazi sana selamlar. Zafer mucizesinden dolayı tebrikler sunarız...
Nazrul İslam’ın yazdığı Bangaldeş’te Bülbül Akademisinde yıllarca çalınıp söylenen “Gazi Mustafa Kemal Atatürk Marşı” bestelenmiştir.
Ey Müslüman, sen de uyan, çırakmanı (meşaleyi) yak.
Gazi Mustafa Kemal Türk ulusunu uyandırdı.
Uyan artık! Sen de uyan!
Kemal Paşa;
Büyük ananın yiğit evladı
Kemal kükremektedir.
Karanlıklardan imdat diye
Ona sesler yükselmektedir.
Kardeş Kemal sen olağan üstünsün!
Eşsizsin, övülmeye değersin!
Ey Kemal, Ey düşmanı yok eden!
Kılıcını biziz alkışlayan senin
Söyleyin var mı dünyada Türk kılıcından korkmayan?
Böyle Kemaller gerek bize
Bitmeyen bir mucize yarattın sen
Hain düşmanı ezdin ayağından
Ve sertçe, sertçe ez
Tüm insanlık görsün alkışlasın seni
Yaşa ey Türk’ün oğlu, ey İslam’ın övüncü!
Çok yaşa ey Mustafa Kemal, insanlık övsün seni...(9)
Ulusal Egemenlik, ulusal bağımsızlık, ulus ve üniter laik ve çağdaş devletten yana olanlar!
Yolumuz bellidir. Yol, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bütün mazlum uluslara örnek olan “Çağların Önderi Atatürk’ün Yoludur.
Kaynaklar :
1- Enver Behnan Şapolya - Türk Kültür Dergisi
2- Barış Doster - Atatürk Dünyası ve Mazlum Milletler
3- Sinan Meydan Atatürk ile Allah arasında
4- Mim Kemal Öke - Hilafet Hareketleri
5- Ömer Kürkçüoğlu - Türk İngiliz İlişkileri
6- Zeki Velidi Togan - Hatıralar
7- H.C. Armstrong - Bozkurt
8- Ahmet Bahtiyar Eşref - Türkler ve İkbal
9- Sadi Borak - Atatürk’ün Özel Mektupları
Bir elinde silahı bir elinde kutsal Türk bayrağı olarak ülkesi ve ulusu için, her zaman ölmeğe hazır bir örnek lider.
Bu sözleri Kurtuluş Savaşı’nın en umutsuz günlerinde bir millet vekilinin: “Ankara’da Mustafa Kemal’den başka bir şey yok, bu işin sonu felakettir, akibetimiz korkunçtur.” sözleri üzerine bazıları memleketlerine dönmeğe karar verdiklerinde söylemiştir. Bu sözlerden sonradır ki milletvekillerinin yurtseverlik hisleri kabarmış; “Paşam yolundan dönmeyeceğiz, seninle beraberiz” diye haykırmışlardır.
“İnsanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Çağların Önderi Atatürk, Türk ulusunu iki defa kurtarmıştır. “İlki Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda “emperyalizmin” pençesinden, ikincisi savaş sonrasındaki “çağdaşlaşma” hareketiyle karanlığın pençesinden.”
O, yalnız Türklerin Atası olmakla kalmamış bütün ezilen mazlum ulusların da atası olmuştur.
Hindistan, Pakistan, Afganistan, Tunus, Mısır, Suriye, Ürdün vs. İslam ve Doğu uluslarını da uyandırmış, bütün özgürlük savaşı veren ülkelerin esin kaynağı olmuştur.
Örnek mi? Hindistan’ı bağımsızlığa kavuşturan Mahatma Gandh’i, Ebul Kelam Azad, Pakistan’ın ulusal kahramanı Muhammed Ali Cinnah
Dr. Nacem Qureshi, Atatürk’ün Hindistandaki etkisini incelediği “The Rise Of Atatürk And Its Impacı On Comtemporay Muslim İnda: The Early Phase” adlı yazısında: Bugün bile çok ailede yaşayan bir gelenek, Atatürk’ün resimleri ve fotoğraflarını evlerinin duvarlarına asmalarıdır. Bu Atatürk’ün İslam coğrafyasındaki etkisini gösterir. Atatürk halkına umut vermiştir, yeniden örgütlenmiş ve onları zafere taşımıştır. Atatürk’ün adı ilk kez Hindistan’da 1915 yılındaki Gelibolu Savaşları muharebeleri nedeniyle duyulmuştur. Atatürk Hintlilerin gözünde İslam’ın Batı emperyalizmine karşı meydan okumasını sağlamış, tehlike altındaki hilafeti kurtarmış bir kahramandır.”(2)
Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Muhammed Sadık (Mohammed Sadig): “Türk İnkılabı, Hindistan Özgürlük Hareketi” isimli eserinde, “Hindistan’da bağımsızlık mücadelesi yolunda sağlanan Milli Beraberliğin ilham kaynağının Türk Milleti olduğunu belirtmiştir.
Sadık ise; “Türk Bağımsızlık Savaşı ve Mustafa Kemal, ister Müslüman” ister Hintli, ister Sih olsun bütün Hindistan halkını ve Hindistan Kurtuluş Mücadelesini derinden etkilemiştir.”
Hintli Lider Ebul Kelam Azad: “Mustafa Kemal çağının en büyük şahsiyeti” dir demiştir.
“...Mustafa Kemal Paşa, sadece, İslam’a değil, bütün Asya’ya zaferle gurur vermişti.
Bir konuşmacı İslam’a sahip çıkmanın sadece Mustafa Kemal Paşa’nın değil, bütün Müslümanların görevi olduğunu vurgulamış ve Güney Asya’daki dindaşlarının (Anzak) Türklere karşı savaşmakla “kullandıklarını ve böylece aslında İslam’a ihanet ettiklerini itiraf etmiştir.(4)
Türk Kurtuluş Savaşı yalnız Doğu uluslarını değil Kuzey Afrikayıda etkilemiştir.
Cezayir’den gelen kutlamada: “Cezayir’in Müslüman halkı...ellerini Yüce Allah’a doğru açarak, kalplerinin derinliğinden dua ediyor. Mustafa Kemal Paşa Al Muzaffer Al Gazi Hazretlerine en içten ve saygı dolu tebriklerini sunuyorlar.”
Ankara Hükümetinin Paris Temsilciliğine Tunus’tan gönderilen yazıda: “Destur Partisi, Kemal’in Ordularının zaferi münasebetiyle duyduğu derin sevinci size iletirken, büyük Mareşal Mustafa Kemal’e ihtiram dolu, yürekten iyi dileklerini ulaştırmanızı rica eder” demektir.
Atatürk bütün Müslümanlar tarafından Seyf-ül İslam (İslamın Kılıcı), “Mücahid-i İslam “İslamın son, savaşcısı” olarak isimlendirilmiştir.
Schlegel: Atatürk milliyetçiliği, öteki uluslara karşı yayılmacı ve düşman bir milliyetçilik değil, Bağımsızlık Savaşı’nın başından itibaren, Türk Ulusunun bağımsızlığına ve yurdunun savunmasına dönük bir anlayıştır. Bunun için dir ki, Milli Mücadele hem saygı uyandırmış hemde örnek alınmıştır.
Alman tarihçi Von Mikusch: Bu yeni Mekke (Ankara) hac görevini ifa etmek için koşup gelen hacılarla dolup taştı.”(5)
Savaş günlerinde Hindistan’da bulunan Zeki Velidi Togan Hindu Müslümanlardaki Mustafa Kemal sevgisini şöyle anlatmaktadır. “Bombayda bir camiye girmiştim. Duvarına “Zinde bad Mustafa Kemal” diye bir levha asılmış olduğunu gördüm. Yani “Yaşın Mustafa Kemal”(6)
Emil Lenguyel: “İnsanlar Ortadoğunun her yerinden gelip O’na ülkelerindeki reform hareketlerini yönetmesi ricasında bulunuyorlardı...Mustafa Kemalin adı, bir darbı mesel olmuştur. Bu ad yalnız Türkçeye değil, Arap diline de yerleşmiş durumdadır. Bu ismin ünü Türkler’in babası kavramını da aşmıştır...” (7)
Mustafa Kemal’in başarıları İslam dünyasındaki aydınlarında saygısını kazanmıştır. Pakistan’ın ulusal şairi ve düşünürü Muhammed İkbal “İslamiyet’in Uyanışı” şiiri yazdığı için İngilizlerin tepkisini çekmiş ve zindana atılmıştır. Mustafa Kemal Paşa için yazdığı bu şiir elden ele dolaşmış ve cami kürsülerinde okunmuştur.
Tanrı O’nu güçlendirsin.
Bir millet vardı ki, Takdirin gizli haznesinin sırlarına biz onun hikmetiyle vakıf oldu.
Aslımız esasta sönük bir kıvılcım idi; bir bakış baktı ki o sayade dünyayı tutan güneş olduk.
Müşrit gönlümüzden aşk nüktelerini sildi: dünyada kusurumuz ölçüsünde küçüldük.
Bizim yaratılımışa uygun olan çöllerden esen rüzgarlardır.
Saba melteminin nefeslerinden kederli gonca olduk.
Feleklerin kubbesini saran ulu akislere oh olsun. Pes ve tize bağlandığımız zaman inilti haline geldik.
Ey o zamanlar ki; ne çok avı tuzak kurmadan yakalayıp takimize asmıştık.
Şimdi koltuğumuz altında okumuz ve yayımız olduğu halde avlarımız tarafından öldürülmüşüz.
Atının yol verdiği kadar koş, atıl ki, biz tedbir yüzünden defalarca bu alanda mat olduk. (8)
Mısır’ın ünlü Şairi Ahmet Şevki bir şiirinde şöyle seslenmektedir.
Allahu ekber, bu zaferde hayranlık uyandıran nice şeyler vardı.
Ey Türk kahramanı, sen Arap kahramanı Halid’i yeniden canlandırdın
Ey Gazi sana selamlar. Zafer mucizesinden dolayı tebrikler sunarız...
Nazrul İslam’ın yazdığı Bangaldeş’te Bülbül Akademisinde yıllarca çalınıp söylenen “Gazi Mustafa Kemal Atatürk Marşı” bestelenmiştir.
Ey Müslüman, sen de uyan, çırakmanı (meşaleyi) yak.
Gazi Mustafa Kemal Türk ulusunu uyandırdı.
Uyan artık! Sen de uyan!
Kemal Paşa;
Büyük ananın yiğit evladı
Kemal kükremektedir.
Karanlıklardan imdat diye
Ona sesler yükselmektedir.
Kardeş Kemal sen olağan üstünsün!
Eşsizsin, övülmeye değersin!
Ey Kemal, Ey düşmanı yok eden!
Kılıcını biziz alkışlayan senin
Söyleyin var mı dünyada Türk kılıcından korkmayan?
Böyle Kemaller gerek bize
Bitmeyen bir mucize yarattın sen
Hain düşmanı ezdin ayağından
Ve sertçe, sertçe ez
Tüm insanlık görsün alkışlasın seni
Yaşa ey Türk’ün oğlu, ey İslam’ın övüncü!
Çok yaşa ey Mustafa Kemal, insanlık övsün seni...(9)
Ulusal Egemenlik, ulusal bağımsızlık, ulus ve üniter laik ve çağdaş devletten yana olanlar!
Yolumuz bellidir. Yol, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bütün mazlum uluslara örnek olan “Çağların Önderi Atatürk’ün Yoludur.
Kaynaklar :
1- Enver Behnan Şapolya - Türk Kültür Dergisi
2- Barış Doster - Atatürk Dünyası ve Mazlum Milletler
3- Sinan Meydan Atatürk ile Allah arasında
4- Mim Kemal Öke - Hilafet Hareketleri
5- Ömer Kürkçüoğlu - Türk İngiliz İlişkileri
6- Zeki Velidi Togan - Hatıralar
7- H.C. Armstrong - Bozkurt
8- Ahmet Bahtiyar Eşref - Türkler ve İkbal
9- Sadi Borak - Atatürk’ün Özel Mektupları
KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLICA AYAKLANMALAR
Yurdumuzun kurtarılması ve kurtuluş savaşı’nın büyüklüğünü anlamak için o günleri iyi irdelemek ve incelemek gerekmektedir. Ulusun her bireyi tarihini bilmek zorundadır.
Milli Mücadele-Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkı, yalnız Birinci Paylaşım Savaşı’nın galipleri İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılarla savaşmamış, kışkırtmalar sonucu ayrılıkçı güçlerle Ermeni ve Rumlarla da savaşmıştır. Yetmemiş İstanbul Hükümeti, Hükümetin görevlendirildiği kişilerle, kurdurduğu paralı askerlerden oluşan orduyla, fetvalarla, şeyh, ağa ve karşı devrimcilerle de savaşmıştır.
Dünya tarihinde bu kadar cephede, çok yönlü düşmanla savaşmış, emperyalizme Anadolu bozkırında tükürdüğü tükürüğü yalatmış bir savaşta, ulusta yoktur.
Kurtuluş Savaşı’nda ayaklanmalar karşı devrimin açığa vurulması olup bir iç savaştır.
Bu ayaklanmalar başlıca 20 tanedir. Nisan 1919’dan Haziran 1921’e kadar sürmüştür. Pontus-Rum ayaklanması ise çok daha uzun tüm Kurtuluş Savaşı boyunca devam etmiş, ancak 1923’te sonuçlandırılmıştır.
Karşı devrim amaçlı İç Ayaklanmaları bastırmak için yapılan savaşlar, dış düşmanı yenmek için yapılan savaşlar kadar önemlidir.
İç ayaklanmalar bastırıldıktan sonradır ki, bütün kuvvetler dış düşmana yöneltilmiş ve kesin utku kazanılmıştır.
Monduros Mütarekesi’nin ağır şartlarına hiç ses çıkarmayan, galiplerin arzusuna göre hareket eden aciz ve sessiz bir hükümet vardı. Halk bu sessizlik karşısında “Padişah’ın bir bildiği vardır” düşüncesinde ve yıllar süren sonu yenilgilerle biten savaşlardan usanmıştı.
Kim di, Osmanlı Padişahı? Zillullahı Fil Alem, yani Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Halife-i, Ruyu Zemin, yani Peygamberin vekili, Sultanül Berreyn (karaların hakimi), Hakanül Bahreyn (denizlerin hakimi), kendini çoban, halkı sürü gören Vahdettin. Çoban sürüsünü koruyon, kurtlara çakallara yem etmeyendir. Sürüsünü korumayan bir çobanı sürü sahibi yerinde tutmaz ve tutmamıştır da.
Kurtuluşu çok az sayıda kimse istemekte, İngiliz veya Amerikan mandası büyük çoğunluk tarafından kabul görmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Kurtuluş Savaşına karşı gelinmektedir. Padişah-Halife ve Bakanı Mustafa Kemal’i 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağırmış, 23 Haziran 1919’da da görevinden alındığını bildirmişlerdir.
5 Nisan 1920’de yayınlanan Dürrizade Abdullah (İstanbul) Fetvası ile, kurtuluş isteyenlere karşı çıkmak farz denilmiş, ölüm fetvaları, “Harb Divanı” kararları verilmiş, Halife-Sultan bu kararları imzalamıştır.
18 Nisan1920’de Hükümet çıkardığı kararnameden: “Devlet kanunlarını uygulayan, hükümet memurlarını zor kullanarak ve memuriyetleri yürütmeye engel olan ve Kuvayı Milliye adı taşıyan erbabı şekaveti (eşkiyaları) tenkil için Kuvayı İnzibatiye kurulmuştur...Erlere 30 lira maaş verilecek, teğmenlere 60 liradan başlamak üzere, alay komutanlarına 150 lira verilir.”
Kuvayı İnzibatiye, resmi olarak Anadolu Müfettişi Zeki Paşa’nın gözetiminde ve Şefik Paşa’nın yönetimindedir. Bu hıyanet ordusunun komutanlığına getirilen ve 500 lira ek ödenek alan Süleyman Şefik Paşadır. Kurmay Başkanlığını da Albay Refik yürütmektedir. (Her ikisi de 150 liklerdendir.) Devamında Ordu Komutanlığına Suphi Paşa, Kurmay Başkanlığınada Senai getirilmiştir.
Kurtuluşu sağlamak için yokluk içindeki Türk Ordusunu yok etmeğe yönelik bu hareketlere İtilaf devletleri hiç ses çıkarmamışlardır. Yenilen Kuvayı İnzibatiye askerlerini İngilizler soymuşlardır.
Düşmanla işbirliği edenler, Şeriat-Hilafet sözlerini ağızlarından düşürmeyenler ne acıdır ki, iç ayaklanmaların içinde, zaman zaman ise önünde yer almışlardır.
Tüm bunların yanında gerçek din görevlileri ve din bilginleri Kurtuluş Savaşı’nı canla başla desteklemişlerdir. Meydanlarda konuşmalar, camilerde vaaz vermişlerdir.
Ankara Müftüsü Rifat Börekçi, Amasya vaizi Abdullah Kamil Efendi, Amasya Müftüsü Tevfik Efendi, Konya Müftüsü Ali Kemal’i Efendi, İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, Denizli Müftüsü Hulusi Efendi ve yüzlercesi Kurtuluşu desteklemişlerdir. Tüm şehitlerimiz gibi onlarında toprağı bol olsun!
Milli Mücadelede kurulan belli başlı Müdafai Hukuk Derneklerinin sayı 47 dir. Bu derneklerde görev alan din görevlilerinin sayısı 84, başkanlığını yapanların sayısı ise 17’dir.
İç isyanlar üç etrafında incelenmektedir.
1. Küme
Ali Galip, Anzavur, Kuvvayı İnzibatiye gibi İstanbul Hükümeti tarafından görevlendirilenler, partililer, eşref ve ağalar. Ayrıca Nigehban-Vatan (Yurt Kollayıcılar), Kürt Teali ve Taavün Cemiyeti (Kürt Yükselme ve Yardımlaşma Derneği), Asker-i Nigehban-ı Vatan Cemiyeti (Askeri Yurt Kollayıcılar Derneği), Teali-i İslam Cemiyeti (İslam Yüceltem Derneği) Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti(Kutsallıkları Koruma Derneği), Muhafaza-i Saltanat Cemiyeti (Saltanatı Koruma Derneği), İngiliz Muhipler Cemiyeti...vs. derneklerdir.
Kışkırtmalar sonucu çeşitli bölgelerdeki ayaklanmaların başlıcaları şunlardır:
1- Ali Batı (11 Mayıs-18 Ağustos 1919),
2- Birinci Bozkır (27 Eylül- 4 Ekim 1919),
3- İkinci Bozkır (20 Ekim- 4 Kasım 1919)
4- Şeyh Eşref (25 Ekim-25 Aralık 1919)
5- Birinci Anzavur (1 Ekim-25 Kasım 1919)
6- İkinci Anzavur (16 Şubat- 16 Nisan 1920)
7- Birinci Düzce (13 Nisan-31 Mayıs 1920)
8- Zile (25 Mayıs-21 Haziran 1920),
9- Birinci Yozgat (15 Mayıs-27 Temmuz 1920)
10- İnegöl (20 Temmuz-20 Ağustos 1920)
11- İkinci Düzce (8 Ağustos-23 Eylül 1920)
12- İkinci Yozgat (5 Eylül-30 Aralık 1920)
13- Konya (12 Ekim-22 Kasım 1920)
14- Koçgiri (6 Mart-17 Haziran 1921)
Bu ayaklanmalar ismi geçen ilk veya ilçelerle sınırlı değildir. İkinci Düzce ayaklanması Gerede, Beypazarı, Nallıhan, Gönyük, Mucur, Hendek ve Safranbolu ayaklanmalarını da içerir.
2. Küme
Dış destekli ayrılıkçı güçlerin çıkardığı ayaklanmalar:
1- Milli Aşireti ayaklanması ( 1 Haziran - 8 Eylül 1920)
2- Cemil Çeto ayaklanması (20 Mayıs -7 Eylül 1920)
3- Pontus ayaklanması (18 Ekim-1918-6 Haziran 1923)
4- Doğu ve Güneyde Fransızlarla birlikte ya da ayrı olarak Ermeni ayaklanmaları
3. Küme
Kaynağını devrim ve ideoloji sapmasından olan ayaklanmalar:
1- Demirci Mehmet Efe ayaklanması
2- Çerkez Ethem ayaklanması
Bunlardan Demirci Mehmet Efe sonradan affedilmiş ve Bozdoğanda yaşamıştır. Büyük Taarruzda müfrezesi ile Türk Ordusuna yardım ederek Nazilliden İzmir’e kadar Yunan takibine katılmıştır.
Ethem silahları ile birlikte Yunanlılara teslim olmuş, 150’likler listesine alınmış, yurt dışında ölmüştür. (Devam edecek)
Kaynaklar:
1- H.T.D. Türk İstiklal Savaşı 6. cilt
2- Generla Celal Erikan-Kurtuluş Savaşı Tarihi S./132-136
3- General Kenan Esengin-Milli Mücadele İç ayaklanmalar.
Milli Mücadele-Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkı, yalnız Birinci Paylaşım Savaşı’nın galipleri İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılarla savaşmamış, kışkırtmalar sonucu ayrılıkçı güçlerle Ermeni ve Rumlarla da savaşmıştır. Yetmemiş İstanbul Hükümeti, Hükümetin görevlendirildiği kişilerle, kurdurduğu paralı askerlerden oluşan orduyla, fetvalarla, şeyh, ağa ve karşı devrimcilerle de savaşmıştır.
Dünya tarihinde bu kadar cephede, çok yönlü düşmanla savaşmış, emperyalizme Anadolu bozkırında tükürdüğü tükürüğü yalatmış bir savaşta, ulusta yoktur.
Kurtuluş Savaşı’nda ayaklanmalar karşı devrimin açığa vurulması olup bir iç savaştır.
Bu ayaklanmalar başlıca 20 tanedir. Nisan 1919’dan Haziran 1921’e kadar sürmüştür. Pontus-Rum ayaklanması ise çok daha uzun tüm Kurtuluş Savaşı boyunca devam etmiş, ancak 1923’te sonuçlandırılmıştır.
Karşı devrim amaçlı İç Ayaklanmaları bastırmak için yapılan savaşlar, dış düşmanı yenmek için yapılan savaşlar kadar önemlidir.
İç ayaklanmalar bastırıldıktan sonradır ki, bütün kuvvetler dış düşmana yöneltilmiş ve kesin utku kazanılmıştır.
Monduros Mütarekesi’nin ağır şartlarına hiç ses çıkarmayan, galiplerin arzusuna göre hareket eden aciz ve sessiz bir hükümet vardı. Halk bu sessizlik karşısında “Padişah’ın bir bildiği vardır” düşüncesinde ve yıllar süren sonu yenilgilerle biten savaşlardan usanmıştı.
Kim di, Osmanlı Padişahı? Zillullahı Fil Alem, yani Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Halife-i, Ruyu Zemin, yani Peygamberin vekili, Sultanül Berreyn (karaların hakimi), Hakanül Bahreyn (denizlerin hakimi), kendini çoban, halkı sürü gören Vahdettin. Çoban sürüsünü koruyon, kurtlara çakallara yem etmeyendir. Sürüsünü korumayan bir çobanı sürü sahibi yerinde tutmaz ve tutmamıştır da.
Kurtuluşu çok az sayıda kimse istemekte, İngiliz veya Amerikan mandası büyük çoğunluk tarafından kabul görmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Kurtuluş Savaşına karşı gelinmektedir. Padişah-Halife ve Bakanı Mustafa Kemal’i 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağırmış, 23 Haziran 1919’da da görevinden alındığını bildirmişlerdir.
5 Nisan 1920’de yayınlanan Dürrizade Abdullah (İstanbul) Fetvası ile, kurtuluş isteyenlere karşı çıkmak farz denilmiş, ölüm fetvaları, “Harb Divanı” kararları verilmiş, Halife-Sultan bu kararları imzalamıştır.
18 Nisan1920’de Hükümet çıkardığı kararnameden: “Devlet kanunlarını uygulayan, hükümet memurlarını zor kullanarak ve memuriyetleri yürütmeye engel olan ve Kuvayı Milliye adı taşıyan erbabı şekaveti (eşkiyaları) tenkil için Kuvayı İnzibatiye kurulmuştur...Erlere 30 lira maaş verilecek, teğmenlere 60 liradan başlamak üzere, alay komutanlarına 150 lira verilir.”
Kuvayı İnzibatiye, resmi olarak Anadolu Müfettişi Zeki Paşa’nın gözetiminde ve Şefik Paşa’nın yönetimindedir. Bu hıyanet ordusunun komutanlığına getirilen ve 500 lira ek ödenek alan Süleyman Şefik Paşadır. Kurmay Başkanlığını da Albay Refik yürütmektedir. (Her ikisi de 150 liklerdendir.) Devamında Ordu Komutanlığına Suphi Paşa, Kurmay Başkanlığınada Senai getirilmiştir.
Kurtuluşu sağlamak için yokluk içindeki Türk Ordusunu yok etmeğe yönelik bu hareketlere İtilaf devletleri hiç ses çıkarmamışlardır. Yenilen Kuvayı İnzibatiye askerlerini İngilizler soymuşlardır.
Düşmanla işbirliği edenler, Şeriat-Hilafet sözlerini ağızlarından düşürmeyenler ne acıdır ki, iç ayaklanmaların içinde, zaman zaman ise önünde yer almışlardır.
Tüm bunların yanında gerçek din görevlileri ve din bilginleri Kurtuluş Savaşı’nı canla başla desteklemişlerdir. Meydanlarda konuşmalar, camilerde vaaz vermişlerdir.
Ankara Müftüsü Rifat Börekçi, Amasya vaizi Abdullah Kamil Efendi, Amasya Müftüsü Tevfik Efendi, Konya Müftüsü Ali Kemal’i Efendi, İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, Denizli Müftüsü Hulusi Efendi ve yüzlercesi Kurtuluşu desteklemişlerdir. Tüm şehitlerimiz gibi onlarında toprağı bol olsun!
Milli Mücadelede kurulan belli başlı Müdafai Hukuk Derneklerinin sayı 47 dir. Bu derneklerde görev alan din görevlilerinin sayısı 84, başkanlığını yapanların sayısı ise 17’dir.
İç isyanlar üç etrafında incelenmektedir.
1. Küme
Ali Galip, Anzavur, Kuvvayı İnzibatiye gibi İstanbul Hükümeti tarafından görevlendirilenler, partililer, eşref ve ağalar. Ayrıca Nigehban-Vatan (Yurt Kollayıcılar), Kürt Teali ve Taavün Cemiyeti (Kürt Yükselme ve Yardımlaşma Derneği), Asker-i Nigehban-ı Vatan Cemiyeti (Askeri Yurt Kollayıcılar Derneği), Teali-i İslam Cemiyeti (İslam Yüceltem Derneği) Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti(Kutsallıkları Koruma Derneği), Muhafaza-i Saltanat Cemiyeti (Saltanatı Koruma Derneği), İngiliz Muhipler Cemiyeti...vs. derneklerdir.
Kışkırtmalar sonucu çeşitli bölgelerdeki ayaklanmaların başlıcaları şunlardır:
1- Ali Batı (11 Mayıs-18 Ağustos 1919),
2- Birinci Bozkır (27 Eylül- 4 Ekim 1919),
3- İkinci Bozkır (20 Ekim- 4 Kasım 1919)
4- Şeyh Eşref (25 Ekim-25 Aralık 1919)
5- Birinci Anzavur (1 Ekim-25 Kasım 1919)
6- İkinci Anzavur (16 Şubat- 16 Nisan 1920)
7- Birinci Düzce (13 Nisan-31 Mayıs 1920)
8- Zile (25 Mayıs-21 Haziran 1920),
9- Birinci Yozgat (15 Mayıs-27 Temmuz 1920)
10- İnegöl (20 Temmuz-20 Ağustos 1920)
11- İkinci Düzce (8 Ağustos-23 Eylül 1920)
12- İkinci Yozgat (5 Eylül-30 Aralık 1920)
13- Konya (12 Ekim-22 Kasım 1920)
14- Koçgiri (6 Mart-17 Haziran 1921)
Bu ayaklanmalar ismi geçen ilk veya ilçelerle sınırlı değildir. İkinci Düzce ayaklanması Gerede, Beypazarı, Nallıhan, Gönyük, Mucur, Hendek ve Safranbolu ayaklanmalarını da içerir.
2. Küme
Dış destekli ayrılıkçı güçlerin çıkardığı ayaklanmalar:
1- Milli Aşireti ayaklanması ( 1 Haziran - 8 Eylül 1920)
2- Cemil Çeto ayaklanması (20 Mayıs -7 Eylül 1920)
3- Pontus ayaklanması (18 Ekim-1918-6 Haziran 1923)
4- Doğu ve Güneyde Fransızlarla birlikte ya da ayrı olarak Ermeni ayaklanmaları
3. Küme
Kaynağını devrim ve ideoloji sapmasından olan ayaklanmalar:
1- Demirci Mehmet Efe ayaklanması
2- Çerkez Ethem ayaklanması
Bunlardan Demirci Mehmet Efe sonradan affedilmiş ve Bozdoğanda yaşamıştır. Büyük Taarruzda müfrezesi ile Türk Ordusuna yardım ederek Nazilliden İzmir’e kadar Yunan takibine katılmıştır.
Ethem silahları ile birlikte Yunanlılara teslim olmuş, 150’likler listesine alınmış, yurt dışında ölmüştür. (Devam edecek)
Kaynaklar:
1- H.T.D. Türk İstiklal Savaşı 6. cilt
2- Generla Celal Erikan-Kurtuluş Savaşı Tarihi S./132-136
3- General Kenan Esengin-Milli Mücadele İç ayaklanmalar.
MİLLİ MÜCADELEDE PONTUS AYAKLANMASI
Anadolu’da, Doğu Karadeniz kıyısıyla bu bölgenin içi kesimlerini kapsayan çevrede Rum yönetiminde bir Pontus Cumhuriyeti kurulması amaçlanan ve Kurtuluş Savaşı boyunca (1919-1923) devam eden başkaldırmadır.
Trabzon ve Samsun kıyı şeridi ve iç bölgesine eski çağlarda Pontus (Pont veya Pontic) adı verilmiştir.
Anadolu’nun en eski yerlilerinden olan Tibern, Halip ve Muznik gibi kavimler bu bölgede yaşamışlardır. Grekler (Rumlar) ise ancak M.Ö. VI. Y.Yılda bölgede ticaret siteleri kurmuşlardır. Bölge Pers (Fars) İmparatorluğunun bir parçası olmuştur.
Bağımsız Pontos Krallığı M.Ö. 280 yıllarında kurulmuş, Romalılar M.S. 63’te bölgeye egemen olmuşlardır.
Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesi sonucu bölge Bizans toprağı olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet 1464 yılında Pontus’u ortadan kaldırdı. Bölge Osmanlı Devletinin yönetimine girdi.
Pontus devletini yeniden kurma çalışmaları 1904 yılında başlamıştır. Merzifondaki Amerikan Koleji öğretmenlerinin Rumları kışkırtmaları sonucu “Pontus Cemiyeti” kuruldu. 1908 yılında “Müdafai Meşrute” adında bir ihtilal komitesi çatışmalara başladı. Zenginlerden para toplayan gerektiğinde ölüm cezası veren terör örgütü “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” ismiyle başka bir örgütte kurulmuştur.
Amerikan Koleji Müdürü White her türlü çalışmanın içinde bulunmuş ve Rumlara destek olmuştur.
Ele geçirilen bir haritaya göre, merkezi Samsun olmak üzere Batum’dan İnebolu’ya kadar Karadeniz kıyıları, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzurum kurulacak Pontus Cumhuriyeti sınırları içinde gösterilmiştir.
Rum nüfusunu artırmak için “Kordos Rum Komitesi” adlı örgüt çalışmalarını hızlandırmış, Yunanistan, Kafkasya ve Rusya’dan göçmenler getirilmiştir. Rumlara Türkçeyi unutturmaz ve Rumca konuşmalarını sağlamak için baskılar yapılmıştır.
Rum nüfusunu fazla göstererek Wilson ilkelerini “Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıklar, çoğunluk oldukları bölgelerde bağımsız bir devlet kurabileceklerdir.” biçimindeki 12. maddeden yararlanmak istemişlerdir.
Birinci Dünya Savaş’ı sırasında Yunanistan ve Rusya adına casusluk yapan Rumlar, Trabzon’un Rusların eline geçmesiyle çevrede egemen duruma geçmişlerdir. Batum’da Rum asıllı Rus generali Anonya Komutasında bir tümen oluşturdular. Ancak 1917’de çarlığın devrilmesi ile tümen dağılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marsilya’da tüm Avrupa ülkelerinin, Amerika ve Türkiyedeki Pontuscuların katıldığı bir kongreye başkanlık eden Giresunlu Kaptan Yorgi Paşa isimli kişinin oğlu Konstantinidüs, Sovyetler Birliği Hariciye Komiser’i Trocki’ye çektiği telgrafta “Pont-Euxien ve çevresinden derlenmiş olup, Amerika, İsviçre, İngiltere, Yunanistan, Mısır ve diğer memleketlerde oturan Pontus işlerini düzenlemeye selahiyetli kişilerin katılmasıyla Marsilya’da toplanan temiz, bu bölgenin Ruslar tarafından boşaltıldıktan sonra tekrar Türk egemenliği altına girmiyeceğinden dolayı Rus hududundan Sinop’a kadar bir cumhuriyet kurulmasını arzu ve bunun içinde şiddetle müdahalenizi rica eder ve peşin olarak teşekkürlerimizi takdim ederiz.”
Rus General Anonya’ya ve Trabzon’da çalışmalar yapan Trabzon Metropoliti Hrisantos’a da benzer telgraflar göndermiştir.
Rum çetelerini Amasya Metropoliti Yermanos ile Samsun Tütün Fabrikası Müdürü Tokomanidis yönetiyordu. Rum çetelerinin sayısı 1919’da beş bin iken; Yunanistan, Rusya ve Kafkasya’dan getirilenlerle birlikte yirmi beşbine yükselmiştir.
1920’de, Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasında olaylara değinerek şöyle demiştir. “Rumların hakimiyetini, İslam unsurunun esaretini gözeten Atina ve İstanbul’daki komiteler tarafından idare edilen Pontus Devleti kurma fikri, Karadeniz kıyıları ile kısmen Amasya ve Tokat’ın Kuzey ilçelerinde yaşayan Osmanlı Rumlarının hayallerinin çılgınlığa bürünmüştür.”
Rum liderler ve çeteleri her türlü çılgınlığı yapmaktadırlar. Trabzon’un zengin Rumları Niko Kopayanidis Epohi ve Farasianadolis gazetelerini çıkarmış, Pontus Devleti kurma çalışmalarının propagandası yapmışlardır. Trabzon Metropaliti Hrisantos, bağımsız Pontus Devletini savunmak için Paris Barış Konferansına katılmıştır. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Paris Barış Konferansına verdiği bir muhtıra ile Batı Anadolu, Kıbrıs, Trakya, Trabzon ve çevresinin Yunanistan’a verilmesini istemiştir. Büyük ideal (megolaidea) yı gerçekleştirmek istiyorlardı.
Ankara hükümeti yeni kurulmuştur. Elde bulunan Jandarma yetersizdir. Milli kuvvetlerin isyan bölgelerine gönderilmesi, Rum çete ve isyancılarına fırsat veriyordu.
Başlangıçta 15. Tümen bölgeye gönderildi. Sonrasında 9 Aralık 1920’de Merkez Ordusu kuruldu. Karargahı Amasyada olan Ordu komutanlığına İbrahim Nurettin Paşa (Sakallı) getirildi. 5. Kafkas Tümeni, 13. Süvari Tümeni, 27 ve 28. Süvari Tugayları ve hücum taburları ve ayrıca Giresunlu gönüllülerden oluşan Topal Osman Ağa’nın 42. Piyade Alayı’da Merkez Ordusu komutanlığı emrine verildi. Bu birliklerden başka Erzurum Milli Müfrezesi 80 kişi ile Havza’da, İsabey Müfrezesi 50 kişi ile Çarşamabada görev yaptı.
Merzifon Amerikan Koleji Türkçe öğretmeni Zeki Bey’in öldürülmesi ve benzeri olaylardan sonra 1920’de Koleje baskın düzenlendi. Okulda büyük Yunanistan, büyük Ermenistan ve Pontus Krallığı haritaları ve mektuplar ele geçti.
Kolej Müdürü Amerikalı White mektubunda: “Hıristiyanlığın en büyük rakibi, düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanlarında en kuvvetlisi Türkler ve Türkiyedir. Bu hükümeti devirmek için Ermeni ve Rus dostlarımızı beslemeliyiz. Bizim görevimiz bu fırsatı hazırlamak, gereğine uygun hareket etmektir. Ermeni ve Rusları destekleyeceğiz. Biz şimdiye kadar bunu yaptık ve muvaffakta olduk.” Gerçeklerin ortaya çıkması sonucu yöneticiler yurt dışına çıkarıldı. Çete elebaşıları cezalandırıldı, iç bölgelere sürüldü. Samsun Metropoliti V. Eftim İstiklal Mahkemelerine verildi.
Türk halkı öldürülürken, kadınların ırzlarına geçilirken, malları yağmalanırken, evleri yakılıp yıkılırken seslerini çıkarmayan başta İngiltere ve diğer itilaf devletleri, adına bu meşru önlemleri protesto ettiler.
Mustafa Kemal Paşa, 15 Eylül 1921’de Dışişleri Bakanlığı kanalıyla şu karşılığı vermiştir.
“Yunanlılar İzmir ve Trakya’da yaptıkları zulümlerden başka son zamanlarda Marmara Denizi kıyılarındaki 20 Türk’ü öldürmüşlerdir. Yunan Hükümeti ve İstanbul’daki Rum Patrikhanesi, Anadolu’daki Rum azınlığını çoğaltmak için Rusya’nın güney batısındaki ve Kafkasya’daki Rumları Anadolu’a göç ettirmektedirler. 1904 yılında uydurulmuş olan Pontus Devleti fikrini, bu defa Yunan Hükümeti ve İstanbul Rum Patrikhanesi yeniden diriltmişlerdir.
Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, yalnız Samsun bölgesinde Rum çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır. Devletler hukukuna aykırı olarak Yunan ordusu Türk uyruklu Rumları silah altına almaktadır. Bu bakımdan Batı Anadolu’daki Yunan ordusunun ileri hareketi halinde Karadeniz Rum halkının Türk ordusunu arkadan vurmalarını önlemek için Yunanlılar tarafından silahlandırılmakta olan Karadeniz Rumlarını zararsız bir hale getirmek düşüncesiyle Anadolu’nun içine almak kararı verilmiştir. Yalnız Samsun bölgesindeki Rum köylerinde Eylül 1921 tarihine kadar 2500 tüfek, 1 milyon 200 bin mermi ele geçirilmiştir. Bu nakiller sırasında Rum göçmenlerinin öldürüldüğü ve soyulduğu da bir iftiradır. Kavak’da vuku bulun olay, göçmenleri Türk muhafızlarının elinden kurtarmak için Rum asilerinin saldırmaları yüzünden olmuş, yapılan silahlı çarpışmada hem göçmenlerden, hem de Türk muhafızlarından kayıplar olmuştur. Merzifon Rumlarının katliam edildiği de doğru değildir. Halk iş ve güçleriyle meşguldür...”
Birici Dünya Savaşından beri devam eden Pontus isyanı, merkez Ordusunun güçlenmesi ve tasarımın iyi uygulanması sonucu yok edilmiştir. Ümit ve hayelleri söndürülerek 6 Şubat 1923’te son bulmuş, isyancı ve elebaşılar gerekli cezalara çarptırılmıştır.
Dün olduğu gibi bu günde ayrılık sevdasına düşenler, üniter ve ulus devleti parçalamaya heveslenenler olacaktır, olmaktadır. Kendi kazdıkları çukurda boğulacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın!
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, O’nun izinde kuvvetli bir inançla devam edecektir.
Trabzon ve Samsun kıyı şeridi ve iç bölgesine eski çağlarda Pontus (Pont veya Pontic) adı verilmiştir.
Anadolu’nun en eski yerlilerinden olan Tibern, Halip ve Muznik gibi kavimler bu bölgede yaşamışlardır. Grekler (Rumlar) ise ancak M.Ö. VI. Y.Yılda bölgede ticaret siteleri kurmuşlardır. Bölge Pers (Fars) İmparatorluğunun bir parçası olmuştur.
Bağımsız Pontos Krallığı M.Ö. 280 yıllarında kurulmuş, Romalılar M.S. 63’te bölgeye egemen olmuşlardır.
Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesi sonucu bölge Bizans toprağı olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet 1464 yılında Pontus’u ortadan kaldırdı. Bölge Osmanlı Devletinin yönetimine girdi.
Pontus devletini yeniden kurma çalışmaları 1904 yılında başlamıştır. Merzifondaki Amerikan Koleji öğretmenlerinin Rumları kışkırtmaları sonucu “Pontus Cemiyeti” kuruldu. 1908 yılında “Müdafai Meşrute” adında bir ihtilal komitesi çatışmalara başladı. Zenginlerden para toplayan gerektiğinde ölüm cezası veren terör örgütü “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” ismiyle başka bir örgütte kurulmuştur.
Amerikan Koleji Müdürü White her türlü çalışmanın içinde bulunmuş ve Rumlara destek olmuştur.
Ele geçirilen bir haritaya göre, merkezi Samsun olmak üzere Batum’dan İnebolu’ya kadar Karadeniz kıyıları, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzurum kurulacak Pontus Cumhuriyeti sınırları içinde gösterilmiştir.
Rum nüfusunu artırmak için “Kordos Rum Komitesi” adlı örgüt çalışmalarını hızlandırmış, Yunanistan, Kafkasya ve Rusya’dan göçmenler getirilmiştir. Rumlara Türkçeyi unutturmaz ve Rumca konuşmalarını sağlamak için baskılar yapılmıştır.
Rum nüfusunu fazla göstererek Wilson ilkelerini “Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıklar, çoğunluk oldukları bölgelerde bağımsız bir devlet kurabileceklerdir.” biçimindeki 12. maddeden yararlanmak istemişlerdir.
Birinci Dünya Savaş’ı sırasında Yunanistan ve Rusya adına casusluk yapan Rumlar, Trabzon’un Rusların eline geçmesiyle çevrede egemen duruma geçmişlerdir. Batum’da Rum asıllı Rus generali Anonya Komutasında bir tümen oluşturdular. Ancak 1917’de çarlığın devrilmesi ile tümen dağılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marsilya’da tüm Avrupa ülkelerinin, Amerika ve Türkiyedeki Pontuscuların katıldığı bir kongreye başkanlık eden Giresunlu Kaptan Yorgi Paşa isimli kişinin oğlu Konstantinidüs, Sovyetler Birliği Hariciye Komiser’i Trocki’ye çektiği telgrafta “Pont-Euxien ve çevresinden derlenmiş olup, Amerika, İsviçre, İngiltere, Yunanistan, Mısır ve diğer memleketlerde oturan Pontus işlerini düzenlemeye selahiyetli kişilerin katılmasıyla Marsilya’da toplanan temiz, bu bölgenin Ruslar tarafından boşaltıldıktan sonra tekrar Türk egemenliği altına girmiyeceğinden dolayı Rus hududundan Sinop’a kadar bir cumhuriyet kurulmasını arzu ve bunun içinde şiddetle müdahalenizi rica eder ve peşin olarak teşekkürlerimizi takdim ederiz.”
Rus General Anonya’ya ve Trabzon’da çalışmalar yapan Trabzon Metropoliti Hrisantos’a da benzer telgraflar göndermiştir.
Rum çetelerini Amasya Metropoliti Yermanos ile Samsun Tütün Fabrikası Müdürü Tokomanidis yönetiyordu. Rum çetelerinin sayısı 1919’da beş bin iken; Yunanistan, Rusya ve Kafkasya’dan getirilenlerle birlikte yirmi beşbine yükselmiştir.
1920’de, Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasında olaylara değinerek şöyle demiştir. “Rumların hakimiyetini, İslam unsurunun esaretini gözeten Atina ve İstanbul’daki komiteler tarafından idare edilen Pontus Devleti kurma fikri, Karadeniz kıyıları ile kısmen Amasya ve Tokat’ın Kuzey ilçelerinde yaşayan Osmanlı Rumlarının hayallerinin çılgınlığa bürünmüştür.”
Rum liderler ve çeteleri her türlü çılgınlığı yapmaktadırlar. Trabzon’un zengin Rumları Niko Kopayanidis Epohi ve Farasianadolis gazetelerini çıkarmış, Pontus Devleti kurma çalışmalarının propagandası yapmışlardır. Trabzon Metropaliti Hrisantos, bağımsız Pontus Devletini savunmak için Paris Barış Konferansına katılmıştır. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Paris Barış Konferansına verdiği bir muhtıra ile Batı Anadolu, Kıbrıs, Trakya, Trabzon ve çevresinin Yunanistan’a verilmesini istemiştir. Büyük ideal (megolaidea) yı gerçekleştirmek istiyorlardı.
Ankara hükümeti yeni kurulmuştur. Elde bulunan Jandarma yetersizdir. Milli kuvvetlerin isyan bölgelerine gönderilmesi, Rum çete ve isyancılarına fırsat veriyordu.
Başlangıçta 15. Tümen bölgeye gönderildi. Sonrasında 9 Aralık 1920’de Merkez Ordusu kuruldu. Karargahı Amasyada olan Ordu komutanlığına İbrahim Nurettin Paşa (Sakallı) getirildi. 5. Kafkas Tümeni, 13. Süvari Tümeni, 27 ve 28. Süvari Tugayları ve hücum taburları ve ayrıca Giresunlu gönüllülerden oluşan Topal Osman Ağa’nın 42. Piyade Alayı’da Merkez Ordusu komutanlığı emrine verildi. Bu birliklerden başka Erzurum Milli Müfrezesi 80 kişi ile Havza’da, İsabey Müfrezesi 50 kişi ile Çarşamabada görev yaptı.
Merzifon Amerikan Koleji Türkçe öğretmeni Zeki Bey’in öldürülmesi ve benzeri olaylardan sonra 1920’de Koleje baskın düzenlendi. Okulda büyük Yunanistan, büyük Ermenistan ve Pontus Krallığı haritaları ve mektuplar ele geçti.
Kolej Müdürü Amerikalı White mektubunda: “Hıristiyanlığın en büyük rakibi, düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanlarında en kuvvetlisi Türkler ve Türkiyedir. Bu hükümeti devirmek için Ermeni ve Rus dostlarımızı beslemeliyiz. Bizim görevimiz bu fırsatı hazırlamak, gereğine uygun hareket etmektir. Ermeni ve Rusları destekleyeceğiz. Biz şimdiye kadar bunu yaptık ve muvaffakta olduk.” Gerçeklerin ortaya çıkması sonucu yöneticiler yurt dışına çıkarıldı. Çete elebaşıları cezalandırıldı, iç bölgelere sürüldü. Samsun Metropoliti V. Eftim İstiklal Mahkemelerine verildi.
Türk halkı öldürülürken, kadınların ırzlarına geçilirken, malları yağmalanırken, evleri yakılıp yıkılırken seslerini çıkarmayan başta İngiltere ve diğer itilaf devletleri, adına bu meşru önlemleri protesto ettiler.
Mustafa Kemal Paşa, 15 Eylül 1921’de Dışişleri Bakanlığı kanalıyla şu karşılığı vermiştir.
“Yunanlılar İzmir ve Trakya’da yaptıkları zulümlerden başka son zamanlarda Marmara Denizi kıyılarındaki 20 Türk’ü öldürmüşlerdir. Yunan Hükümeti ve İstanbul’daki Rum Patrikhanesi, Anadolu’daki Rum azınlığını çoğaltmak için Rusya’nın güney batısındaki ve Kafkasya’daki Rumları Anadolu’a göç ettirmektedirler. 1904 yılında uydurulmuş olan Pontus Devleti fikrini, bu defa Yunan Hükümeti ve İstanbul Rum Patrikhanesi yeniden diriltmişlerdir.
Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, yalnız Samsun bölgesinde Rum çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır. Devletler hukukuna aykırı olarak Yunan ordusu Türk uyruklu Rumları silah altına almaktadır. Bu bakımdan Batı Anadolu’daki Yunan ordusunun ileri hareketi halinde Karadeniz Rum halkının Türk ordusunu arkadan vurmalarını önlemek için Yunanlılar tarafından silahlandırılmakta olan Karadeniz Rumlarını zararsız bir hale getirmek düşüncesiyle Anadolu’nun içine almak kararı verilmiştir. Yalnız Samsun bölgesindeki Rum köylerinde Eylül 1921 tarihine kadar 2500 tüfek, 1 milyon 200 bin mermi ele geçirilmiştir. Bu nakiller sırasında Rum göçmenlerinin öldürüldüğü ve soyulduğu da bir iftiradır. Kavak’da vuku bulun olay, göçmenleri Türk muhafızlarının elinden kurtarmak için Rum asilerinin saldırmaları yüzünden olmuş, yapılan silahlı çarpışmada hem göçmenlerden, hem de Türk muhafızlarından kayıplar olmuştur. Merzifon Rumlarının katliam edildiği de doğru değildir. Halk iş ve güçleriyle meşguldür...”
Birici Dünya Savaşından beri devam eden Pontus isyanı, merkez Ordusunun güçlenmesi ve tasarımın iyi uygulanması sonucu yok edilmiştir. Ümit ve hayelleri söndürülerek 6 Şubat 1923’te son bulmuş, isyancı ve elebaşılar gerekli cezalara çarptırılmıştır.
Dün olduğu gibi bu günde ayrılık sevdasına düşenler, üniter ve ulus devleti parçalamaya heveslenenler olacaktır, olmaktadır. Kendi kazdıkları çukurda boğulacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın!
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, O’nun izinde kuvvetli bir inançla devam edecektir.
ÇAĞARIN ÖNDERİ ÖZGÜRLÜK SAVAŞI
“Bir an için tahayyül ediniz ki: Batı dünyasındaki rönasans reformasyon, bilim ve düşünce ihtilali, Fransız inkılabı ve sanayi devrimini, Atatürk bir insan ömrüne sığdırmıştır.”
Arnold Taynbee
“Büyük Yunan filozofu Platon’un “Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı” şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi, kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dahi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk milletinin mukedderatını ele almış ve bu milliyetiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir.
Prof. Dr. Herbert Melzig
“Ülkeler başarıya birleştirici efsaneler yardımıyla ulaşırlar: ABD’nin Amerikan Devrimi ve George Washington’u, Fransa’nın Fransız Devrimi ve Fransız Kültür kavramı, İngilizlerin Magna Carta ile Kraliyet Ailesi, Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu yer” efsaneleri örnektir.
Türkiye’yi birleştiren efsane ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Kemal Atatürk’tür.
Robert Kollaj Mütavveli Heyeti Üyesi
Nick Ludington
Hangi Tarih
Ahmet Taner Kışlalı
Şu sözler daha çok yeni. Prof. Justin McCarty’e ait: “Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu, ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya ovasından sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?
Ve Amerikal tarihçi devam ediyor:
“Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece Türkiye’yi kurtarmadı; Türk neslini de kurtardı.
Amerikalı tarihçinin kanıtlara dayanarak çizdiği tablo çok açık 19. Yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar, Balkanlar’dan Kfkaslar’a kadar 5 milyon 60 bin Türk öldürülmüş, 5 milyon 381 bini de sürgün edilmiş, yerinden yurdundan olmuş.
Peki bu vahşet, nezaman, nekadar sürmüş?
Yanıtını Prof. Mc.Carty çok net veriyor:
“Türk bağımsızlık savaşında bir şey oldu ve plan artık yürümedi. Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yanı yaktılar, yıktılar, herkesi öldürdüler. Amerikan Elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar. Sadece batıda Rumlar tarafından bir milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1.2 milyonuda sürgüne zorlandı.
Ve ekliyor:
“Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ilkesi yok edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler. Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdiler. Oysa aynı dönem de 5 milyon Müslüman göç etmek zorunda kaldı, 5 milyondan fazlası da öldü.
Sonuç?
“Bu ibret tablosu karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal’in itildiği Konya Ovasını gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş. Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı Türk kalmazdı.
Ve konuşmasını noktalarken şöyle diyor:
“Yüzyıllık tarihte Türkler hakkındaki yalanların iki kaynağı var:
Misyonerler ve İngilizler. İngilizler, propaganda büroları aracılığı, bugün bile inanılan yalanlar yapıyolar. Benim söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere karşı önyargılılar.
Arnold Taynbee
“Büyük Yunan filozofu Platon’un “Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı” şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi, kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dahi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk milletinin mukedderatını ele almış ve bu milliyetiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir.
Prof. Dr. Herbert Melzig
“Ülkeler başarıya birleştirici efsaneler yardımıyla ulaşırlar: ABD’nin Amerikan Devrimi ve George Washington’u, Fransa’nın Fransız Devrimi ve Fransız Kültür kavramı, İngilizlerin Magna Carta ile Kraliyet Ailesi, Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu yer” efsaneleri örnektir.
Türkiye’yi birleştiren efsane ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Kemal Atatürk’tür.
Robert Kollaj Mütavveli Heyeti Üyesi
Nick Ludington
Hangi Tarih
Ahmet Taner Kışlalı
Şu sözler daha çok yeni. Prof. Justin McCarty’e ait: “Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu, ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya ovasından sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?
Ve Amerikal tarihçi devam ediyor:
“Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece Türkiye’yi kurtarmadı; Türk neslini de kurtardı.
Amerikalı tarihçinin kanıtlara dayanarak çizdiği tablo çok açık 19. Yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar, Balkanlar’dan Kfkaslar’a kadar 5 milyon 60 bin Türk öldürülmüş, 5 milyon 381 bini de sürgün edilmiş, yerinden yurdundan olmuş.
Peki bu vahşet, nezaman, nekadar sürmüş?
Yanıtını Prof. Mc.Carty çok net veriyor:
“Türk bağımsızlık savaşında bir şey oldu ve plan artık yürümedi. Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yanı yaktılar, yıktılar, herkesi öldürdüler. Amerikan Elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar. Sadece batıda Rumlar tarafından bir milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1.2 milyonuda sürgüne zorlandı.
Ve ekliyor:
“Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ilkesi yok edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler. Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdiler. Oysa aynı dönem de 5 milyon Müslüman göç etmek zorunda kaldı, 5 milyondan fazlası da öldü.
Sonuç?
“Bu ibret tablosu karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal’in itildiği Konya Ovasını gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş. Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı Türk kalmazdı.
Ve konuşmasını noktalarken şöyle diyor:
“Yüzyıllık tarihte Türkler hakkındaki yalanların iki kaynağı var:
Misyonerler ve İngilizler. İngilizler, propaganda büroları aracılığı, bugün bile inanılan yalanlar yapıyolar. Benim söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere karşı önyargılılar.
GÜLDESTE
ATATÜRK’E SESLENİŞ’TEN
Fırtınalar denizlerin üstünde koştu.
Hemen korkunç dalgalar estirip coştu.
Bütün engelleri yıktı, devirdi
Ne korkuttu seni, ne yolundan çevirdi.
***
Çürük temellerden aldın sen insanları
Sildin taassubu, yıkadın vicdanları
Aydınlık vermek için aziz diyara
Cehaleti öldürdün koydun mezara
Bulgaristan-Lubomir BOBEVSKİ
ATA’YA ŞÜKRAN
Han Atam, Tanrı’nın özel elçisi Hakan Atam
Gönül kapısını evlatlarına açan Atam
***
Sen Ulu, Türkler Atası vasfını nasıl aldın
Atalar Atasısın sen, en büyük insan Atam
Her sözün bana hadistir can verir bana daim
Türklüğümü senden aldım, göğsüm asman Atam
Afganistan -M.Sabir KARGER
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarptı şiddetle, çarptı şiddetle!
Dağıttı düşmanı sürülerin, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdir, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
***
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarpttı şiddetle, çarpttı şiddetle!
Dağıttı düşman sürülerini, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti:
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdi, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
****
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
ATATÜRK LAZIMDIR
Unutulmaz, unutulmaz ulu kurbanlarımız,
Gün gibi kızlarımız, ay gibi oğlanlarımız.
***
Türk’ün özgürlüğünü duymaya Türk lazımdır,
Bak bugünler ölüme dalmış olan milletime.
***
Milletin remzi olan bir Atatürk lazımdır
Anayurtta Atasız kalmış olan milletime
Azerbaycan-Refik Zeka HANDAN
TÜRK HALKINA
“Zamanın Doğu ve Batı’nın
Tarihin yazdığı yerde,
Atatürk’ün ülkesinde
Şaşırtıcı bir duygu bulurum
Kalbim dost Türk yakınlığı ve
Hazzıyla dolup taşar...
Sevgi ve en iyi duyguların güzel
Tohumlarını ekerim...”
Bangladeş-Hussain Muhammed ERSHAD
ATATÜRK’E
Ey Atatürk, Atatürk
Seni salcak yada Türk
Secde gelip karşında
Yannam senle oda Türk
***
Sen geldin cihana
Bütün dünya uyana
Mutlular mutlusudur
Sen doğan bir ana
***
Yurdun doğu-batısı
İstiklalin butası
Magribden maşrıka dek
Türk oğlu, Türk asası.
Gürcistan-Azim İSMAYILLI
MUSTAFA KEMAL PAŞA
Türkiye Türklerindir
Bu dünya başı dim-diklerindir
Gögüsten çıkan bu ses
Yerlerin göklerindir
Hür ölürsen er isen
Köyde ve kentlerde
Kendine bey olamazsın
İster gökte ister yerde ol
Atanın ismini unutursan
İpek dilimi kaybedersen
Erkeklik olur berbat
Anan sana gül verdi
Hür yurduna yol verdi
Canlı imanlı yurtlu
Baba ana hep Türktür
Canım yurt hepsi Türktür
Özbekistan-Tora MİRZA
MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA SESLENİŞ
Bir millet var...biz onun varlığı ile ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir başka yön verdi bizlere...dağlar aştık
Dünya güneşi olduk, bir kıvılcım yerine...
Bir zamanlar ayları taşırdı atlarımız
Şimdi avlanan biziz...kırık pusatlarımız
Koş Mustafa Kemal Koş, atın çatlayana dek...
Bizi tedbir mat etti. Sana tedbir ne gerek.
Pakistan-Muhammed İKBAL
ATATÜRK’ÜN ANIT KABRİ ÖNÜNDE
Bir kız çocuğu durmuş
Anıt kabri önünde,
Titrer titrer elinde
Bir demet çiçek getirmiş...
-Kimsin, kimsin ey kızım?
Kime vereceksin çiçekleri?
- Şey...ATA’ma getirmiştim...
Kurtardığı vatanımızın
Ben de bir çocuğuyum...
Dedi...
Romanya-İon ARİON
EY MUSTAFA’NIN ADASI
Yanlış yola sapanlarla Allah için savaştım
Dağlar ve bayırlar ortasında onlara, tatlı uykularını haram ettin
Onlara ölümün acısını tattırdın. Ve suçlarının cezasını kadehinide içirdin.
Onların zulüm bayraklarını indirdin ve hilal bayraklarını yükselttin.
Mızraklar ve cilalı kılıçlarla Muhammed’in dinine yardımcı oldun.
Buna diyecek yok: Çünkü sen, Mustafa’sın ve Kemal’in kardeşisin
S uriye-Hüseyin EL-HABBAL
ATA DEDİM ATA DEDİM
Ata dedim Türkiye dedim
Ata dedim asker dedim
Ata dedim Avrupa dedim
Ata dedim köprü dedim
***
Ata dedim Çanakkala dedim
Ata dedim Samsun dedim
Ata dedim Anadolu dedim
Ata dedim Özgürlük dedim
***
Ata dedim ırmaklar dedim
Ata dedim denizler dedim
Ata dedim gökler dedim
Ata dedim gözler dedim
Yugoslavya-Süleyman BRİNA
ATAM, MUSTAFAM, KEMALİM
Sen bizlere yepyeni bir yurt vrdin Atam,
Bu toprağa doğadan güzelliktir selam,
Devrimlerden mamur bir cennettir bu Atam,
Daima sana minnattardır bu sevgili vatan.
***
Sen bizlere Cumhuriyeti verdin Atam,
Türklere yaraşır yönetimi sapasağlam
Tüm erdemler devletidir kurduğun Atam
Gençliğe emanettir bu eşsiz armağan,
***
Rehberimizsin, aydın öncümüzsün Atam
Biz öğrenci, sen başöğretmen eşsiz paşam
Mustafamsın aramızda insancıl Atam
Gerçek Kemalsin, örneksin eşsiz Komutan
***
Türkiye Ermenilerinden-Ara GÜRDEN
ATATÜRKÇÜ OLMAK
Atatürkçü olmak,
Kolay bir iş değil elbet
Atatürk gibi sevmek gerek
Yurdunu, milletini
İnançla sarılmak her işe
Bırakmamak başladığını hiç yarım
Dağ gibi zorluklar karşısında bile
Direnmek yılmadan/korkmadan
***
Kıbrıs-İlter VEZİROĞLU
ATATÜRK’E
Tarih huzurunda eğilmelidir
Her ünlü kahraman gelmeli dize;
Kurduğun yep yeni bir Türk devletidir
Sen bir harikasın, sen bir mucize
***
Gökler kara iken gönüller kara
Sen büyük bir güneş, bir vatan oldun
Bizi götürdün bir ilkbahara
Her şeyi yeniden yaratan oldun
Yunanistan-Ali HALİL
Fırtınalar denizlerin üstünde koştu.
Hemen korkunç dalgalar estirip coştu.
Bütün engelleri yıktı, devirdi
Ne korkuttu seni, ne yolundan çevirdi.
***
Çürük temellerden aldın sen insanları
Sildin taassubu, yıkadın vicdanları
Aydınlık vermek için aziz diyara
Cehaleti öldürdün koydun mezara
Bulgaristan-Lubomir BOBEVSKİ
ATA’YA ŞÜKRAN
Han Atam, Tanrı’nın özel elçisi Hakan Atam
Gönül kapısını evlatlarına açan Atam
***
Sen Ulu, Türkler Atası vasfını nasıl aldın
Atalar Atasısın sen, en büyük insan Atam
Her sözün bana hadistir can verir bana daim
Türklüğümü senden aldım, göğsüm asman Atam
Afganistan -M.Sabir KARGER
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarptı şiddetle, çarptı şiddetle!
Dağıttı düşmanı sürülerin, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdir, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
***
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarpttı şiddetle, çarpttı şiddetle!
Dağıttı düşman sürülerini, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti:
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdi, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
****
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
ATATÜRK LAZIMDIR
Unutulmaz, unutulmaz ulu kurbanlarımız,
Gün gibi kızlarımız, ay gibi oğlanlarımız.
***
Türk’ün özgürlüğünü duymaya Türk lazımdır,
Bak bugünler ölüme dalmış olan milletime.
***
Milletin remzi olan bir Atatürk lazımdır
Anayurtta Atasız kalmış olan milletime
Azerbaycan-Refik Zeka HANDAN
TÜRK HALKINA
“Zamanın Doğu ve Batı’nın
Tarihin yazdığı yerde,
Atatürk’ün ülkesinde
Şaşırtıcı bir duygu bulurum
Kalbim dost Türk yakınlığı ve
Hazzıyla dolup taşar...
Sevgi ve en iyi duyguların güzel
Tohumlarını ekerim...”
Bangladeş-Hussain Muhammed ERSHAD
ATATÜRK’E
Ey Atatürk, Atatürk
Seni salcak yada Türk
Secde gelip karşında
Yannam senle oda Türk
***
Sen geldin cihana
Bütün dünya uyana
Mutlular mutlusudur
Sen doğan bir ana
***
Yurdun doğu-batısı
İstiklalin butası
Magribden maşrıka dek
Türk oğlu, Türk asası.
Gürcistan-Azim İSMAYILLI
MUSTAFA KEMAL PAŞA
Türkiye Türklerindir
Bu dünya başı dim-diklerindir
Gögüsten çıkan bu ses
Yerlerin göklerindir
Hür ölürsen er isen
Köyde ve kentlerde
Kendine bey olamazsın
İster gökte ister yerde ol
Atanın ismini unutursan
İpek dilimi kaybedersen
Erkeklik olur berbat
Anan sana gül verdi
Hür yurduna yol verdi
Canlı imanlı yurtlu
Baba ana hep Türktür
Canım yurt hepsi Türktür
Özbekistan-Tora MİRZA
MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA SESLENİŞ
Bir millet var...biz onun varlığı ile ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir başka yön verdi bizlere...dağlar aştık
Dünya güneşi olduk, bir kıvılcım yerine...
Bir zamanlar ayları taşırdı atlarımız
Şimdi avlanan biziz...kırık pusatlarımız
Koş Mustafa Kemal Koş, atın çatlayana dek...
Bizi tedbir mat etti. Sana tedbir ne gerek.
Pakistan-Muhammed İKBAL
ATATÜRK’ÜN ANIT KABRİ ÖNÜNDE
Bir kız çocuğu durmuş
Anıt kabri önünde,
Titrer titrer elinde
Bir demet çiçek getirmiş...
-Kimsin, kimsin ey kızım?
Kime vereceksin çiçekleri?
- Şey...ATA’ma getirmiştim...
Kurtardığı vatanımızın
Ben de bir çocuğuyum...
Dedi...
Romanya-İon ARİON
EY MUSTAFA’NIN ADASI
Yanlış yola sapanlarla Allah için savaştım
Dağlar ve bayırlar ortasında onlara, tatlı uykularını haram ettin
Onlara ölümün acısını tattırdın. Ve suçlarının cezasını kadehinide içirdin.
Onların zulüm bayraklarını indirdin ve hilal bayraklarını yükselttin.
Mızraklar ve cilalı kılıçlarla Muhammed’in dinine yardımcı oldun.
Buna diyecek yok: Çünkü sen, Mustafa’sın ve Kemal’in kardeşisin
S uriye-Hüseyin EL-HABBAL
ATA DEDİM ATA DEDİM
Ata dedim Türkiye dedim
Ata dedim asker dedim
Ata dedim Avrupa dedim
Ata dedim köprü dedim
***
Ata dedim Çanakkala dedim
Ata dedim Samsun dedim
Ata dedim Anadolu dedim
Ata dedim Özgürlük dedim
***
Ata dedim ırmaklar dedim
Ata dedim denizler dedim
Ata dedim gökler dedim
Ata dedim gözler dedim
Yugoslavya-Süleyman BRİNA
ATAM, MUSTAFAM, KEMALİM
Sen bizlere yepyeni bir yurt vrdin Atam,
Bu toprağa doğadan güzelliktir selam,
Devrimlerden mamur bir cennettir bu Atam,
Daima sana minnattardır bu sevgili vatan.
***
Sen bizlere Cumhuriyeti verdin Atam,
Türklere yaraşır yönetimi sapasağlam
Tüm erdemler devletidir kurduğun Atam
Gençliğe emanettir bu eşsiz armağan,
***
Rehberimizsin, aydın öncümüzsün Atam
Biz öğrenci, sen başöğretmen eşsiz paşam
Mustafamsın aramızda insancıl Atam
Gerçek Kemalsin, örneksin eşsiz Komutan
***
Türkiye Ermenilerinden-Ara GÜRDEN
ATATÜRKÇÜ OLMAK
Atatürkçü olmak,
Kolay bir iş değil elbet
Atatürk gibi sevmek gerek
Yurdunu, milletini
İnançla sarılmak her işe
Bırakmamak başladığını hiç yarım
Dağ gibi zorluklar karşısında bile
Direnmek yılmadan/korkmadan
***
Kıbrıs-İlter VEZİROĞLU
ATATÜRK’E
Tarih huzurunda eğilmelidir
Her ünlü kahraman gelmeli dize;
Kurduğun yep yeni bir Türk devletidir
Sen bir harikasın, sen bir mucize
***
Gökler kara iken gönüller kara
Sen büyük bir güneş, bir vatan oldun
Bizi götürdün bir ilkbahara
Her şeyi yeniden yaratan oldun
Yunanistan-Ali HALİL
TOPAL OSMAN AĞA MİLİS YARBAYI
“Ben bu destana başlamadan önce
Babamdan duyduğum anılar vardı.
Babam anlatmaya başlayınca
Annem sessizce ağlardıb” (1)
Topal Osman (Osman Ağa) 1883 yılında Giresun Hacıhüseyin Mahallesinde doğmuştur. Babası Feridunzadelerden Hacı Mehmet Efendi annesi Zeynep Hanımdır. Giresun eşrafından’dır.
Ticaretle uğraşmışlar, Karadeniz limanları arasında taşımacılık yapmışlardır. Ekonomik durumları iyidir. Liderlik vasıflarına sahip olduğu için Osman’a, Osman Ağa denilmiştir. Daha sonraları Aksu Deresi ağzına kurulmuş kereste fabrikasına ortak olmuştur.
Osman Ağa askerliği sevmesine rağmen bu isteğini gerçekleştirememiştir. Babası Hacı Mehmet Efendi Osman’ı askere göndermek istemez. Elli dört altın lira askerlik bedelini öder. Bu duruma üzülen Osman Ağa gönüllü olarak askere yazılır.
1912 yılında başlayan Balkan Savaş’ına katılır. Arkadaşları ile birlikte Çatalca cephesinde savaşır. Onbeş yerinden yaralanarak sağ bacağından sakat kalır. “Topal” ünvanı buradan gelmektedir. Topal olarak Giresun’a geri döner.
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine gönüllü arkadaşlarıyla birlikte Kasım 1915’te “Kafkas” cephesine gider. “Giresun Gönüllü Taburu” Ruslar karşısında başarılar elde ederler. Sarıkamış yenilgisi üzerine Rus Ordusu ilerler. Topal Osman’ın gönüllülerinin sayısı hızla artar. Gerilla Savaşı ile Ruslara önemli kayıplar verdirir. Savaş sırasında 94. Alay’da gösterdiği başarılarından dolayı kendisine Milis Yarbay rütbesi verilir.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Antlaşma gereğince galip devletler ülkeyi işgale başlarlar. Yurdun her bölgesinde olduğu gibi Karadeniz Bölgesinde de azınlıklar (Rum-Pontus) iyice azıtır, Türk halkına saldırmaya başlarlar.
Topal Osman Giresun ve çevresinde kendine bağlı kişilerle önemli bir güce sahiptir. 1918 Şubatında kendini Belediye Başkanı ilan eder. Gerek silahlı adamları gerekse Belediye Başkanı olması Rumları telaşlandırır.
Rum ve Ermenilerin galip devletlere ve İstanbul Hükümetine şikayetleri üzerine Topal Osman Divan-ı Harb’e verilir. Suçlu görülerek, yakalanarak İstanbul’a getirilmesi kararı alınır. Durumu haber alan Topal Osman adamları ile birlikte Giresun’dan ayrılarak Yavuzkemal ve Şebinkarahisar çevresine çekilir.
Topal Osman’ın Giresun’dan ayrılmasını fırsat bilen yerli Rumlar çalışmalarını hızlandırırlar, gemilerle azımsanmayacak Rum’u Giresun ve çevresine taşırlar.
Topal Osman’da boş durmaz, çevredeki Rum köylerine baskınlar yapar.
Giresun Halkıda tavrını açıkça gestererek Milli Mücadelenin yanında yerini alır. Şubat 1919’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak yönetimine Dizdaroğlu Eşref, Dr. Ali Naci Duyduk, İbrahim Hamdi, Niyazi Tayyip Ethem ve Nazif Bey’leri getirirler. “Karadeniz” ve “Işık” gazetelerini çıkararak halkı aydınlatmaya başlarlar.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunalılar tarafından işgali Giresun’da büyük bir galeyana neden olur. Çamlı Çarşı önünde gösteriler düzenlenir. İstanbul’da Devlet yetkililerine ve itilaf temsilciliklerini protesto telgrafları çekilir.
Damat Ferit’te çekilen telgraftan: “....Size Türk Sadrazamı olarak sesleniyoruz. İzmir’de Yunan bayrağı mı sallanacak, Türk bayrağı mı? Darağacıları bizim ufkumuzda da belirmekte, idam anımız yaklaşmaktadır. İzmir’in Yunan’a katıldığını öğrendiğimiz gün, Giresun ve çevresi sessiz kalmayacaktır. Zor sonucu geciktirmeden başka bir işe yaramayacaktır.” (2)
Topal Osman ve Giresun Gönüllülerinin değerini anlamak için o günlerde Rumların yaptıklarına bakmak gerekecektir.
Ele geçirilen bir haritaya göre Pontus Rum Cumhuriyet’i merkezi merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İstanbul’un batısına kadar olan Karadeniz kıyısı ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve birazda Erzurum ilini kapsamaktadır.
Ankara Hükümeti’nin 15 Eylül 1921 tarihli İtilaf Devletlerine verdiği cevaptan: “...Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, Yalnız Samsun bölgesinde Rum Çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadınının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır...”(3)
“19 Mayıs’ının 9. günü Merzifon’un Mahmutlu köyünde, terhis edilerek memleketlerine dönmekte olan yedi Türk askerinden altısı Rumlar tarafından öldürülmüşlerdir.” (4)
(Harb Tarihi Vesikalar dergisi S.5 Belge-103)
“Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Ladik, Havza, Tokat ve Erbaa civarında 1921’de öldürülen Türklerin sayısı 1641, yaralananların sayısı da 923’tür. Aynı yıl içinde bu çetelerin, Türk Köylerini basarak iki milyon lira değerinde nakit, mal ve eşya yağma ettikleri tesbit olunmuştur. Çağşur köyünü yakmışlar ve halkını öldürmüşlerdir.”(5)
(Türk İstiklal Harbi-İç Ayaklanmalar. C.6/141-144)
Rum Çeteleri dışardan bir müdahale yapılmasını beklerken civardaki Rum köylerini denetimleri altında tutmaya çalışırlar. Türk köylülerini silahlandırmaya çalışan Ankara Hükümeti’nin ise eli kolu hem çeşitli ayaklanmalar hem de Yunan Ordusu’nun ilerleyişi nedeni ile bağlıdır. Türk çetelerinin varlıklarını dayatabilecekleri tek bölge Topal Osman’ın hüküm sürdüğü Giresun bölgesidir.” (6)
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a geldikten sonra İstanbul’a en az beş rapor göndermiştir. Bu Raporlarda bölgenin durumundan ve Topal Osman’dan bahsetmektedir.
Özetle Amasya’da 21, Tokat-Niksar’da 5, Samsun’da 40 Rum Çetesi bulunmaktadır. Merzifon’da İngiliz, Amerikan memur ve subayları görev yapmakta, Merzifon Kaymakamı Magrit Efendi olup, Ladik Kaymakamı ise Rumdur.
“Trabzon Vilayetine gelince, İslamdan birkaç çete var ise de soygunculuk maksadına dayanıyor. TEHCİR işlerinden dolayı yakalanmamak için kaçan Topal Osman Ağa Çetesi mühim olup, Giresun ve civarında faaliyettedir.” (7)
Bilinen gerçek o dur ki, Giresun ve Karadeniz Bölgesinde Rum çetelerine karşı mücadele eden en etkili güç Topal Osman’ın gücüdür. Tümen Komutanının Osman Ağa’ya asker kaçaklarını kovalama ve yakalama emrini vermesiyle etkisi daha artar, Rumların karşısına dikilir.
29 Mayıs 1919’da Atatürk’ün çağrısı üzerine Temoğlu İsmail Çavraklı Kara Ahmet ve Dalgaroğlu Bilal’le birlikte Havza’ya gelerek görüşür. İstanbul Hükümeti tarafından yakalanması için aranan bir kişi olmasına rağmen Mustafa Kemal’in daveti ve görev verişi O’na bağlanmasına neden olur.
“Topal Osman Ağa artık bu dakikadan itibaren fikirleriyle, canıyla, malıyla, adamlarıyla ve her şeyiyle Mustafa Kemal’in yanındaydı. O’nun için canını her an vermeye hazırdı...” (8)
Mustafa Kemal Paşa’nın bir sorusu üzerine Topal Osman: “Siz hiç merak etmeyin Paşam! Bu Pontus Rumlarına öyel bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşşek arıları gibi boğulup gidecekler.”(9)
5 Haziran 1919 günü Rumları Taş Mektep’e Rum bayrağını çekerek, esnafa ve halka saldırırlar. Bunları haber alan Topal Osman atlı adamları ile birlikte Giresun’a gelerek Rum bayrağını indirir, sorumlu Rum ustasını da yanına alarak gider, sonra da öldürür.
Bir taraftan Rumlara baskı yaparak şikayetlerini geri almalarını ister. Diğer taraftan da Giresun Muhafaza-i Hukuk Cemiyet’i yetkililerinin Topal Osman’ı geri getirmek istemeleri ve İstanbul Hükümetine yaptıkları girişimler sonuç verir. 8 Temmuz 1919’da Topal Osman’ın tutulanma kararı Sultan Vahdettin tarafından kaldırılır.
Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekler. Kongreden sonra Giresun’ gelerek Kadıoğlu İsmail Bey’den Belediye Başkanlığını devralır ve Cemiyetin de Başkanı olur.
Eylül 1920’de Ermeni harekatını bastırmak için Kars’a gider. Kazım Karabekir Paşa’nın komuta ettiği 15. Kolordu emrinde başarılı hizmetler vererek Giresun’a döner.
Ekim sonlarında Giresun’dan hareket ederek 11 Kasım’da Ankara’da Kurtuluş önderi Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girer. O’nun korunması ile görevlendirilir. Yerel giysili (aba-zıpka-başlık, kemençede unutulmamalı) birliğin komutanıdır. Osman Ağa arkadaşlarına şöyle seslenir.
“Mustafa Kemal Paşa”nın hayatı ve muhafazası size, yalnız size aittir. O’nu her yerde koruyacaksınız. Şayet Mustafa Kemal Paşa’ya bir şey olursa kendinizi yok bilin. Hatta memlekette bıraktıklarımızıda yok bilin.” (10)
“Giresun Gönüllü Laz Müfrezesi” başlangıçta şu kişilerden oluşmaktadır: Oğlu İsmail, Asım, Mustafa Kaptan, Tığlıoğlu Ömer, Kırlak Hüseyin, Aşıkoğlu Garip, Yoloğlu Hüseyin, Yılancıoğlu Hasan, Alişıhoğlu Mehmet, Osmanoğlu Ali, Köseoğlu Hamit ve Sarı Mustafa’dır. Zamanla bu sayı 200 üzerine çıkacaktır.
6 Mart-17 Haziran 1921’de sona eren “Koçkiri” isyanında önemli rol üstlenir. Üzerine Beko gönderilir. Refahiye Kayadibi bölgesinde kuşatılır. 11. Alaya bağlı 2. Taburun yetişmesiyle rahatlar ve isyanı sonlandırır. Suşehri, Koyulhisar, Niksar ve Erbaa yoluyla geri döner. Havza’ya gelinceye kadar büyük işler başarırır.
Giresun Gönüllülerinden oluşturduğu 42. ve 47. Alaylarla birlikte 9 Ağustos’ta Ankara’dan Batı Cephesine hareket eder. Sakarya Savaşı’nda (23 Ağustos-12 Eylül) 42. ve 47. Alaylar büyük kahramanlıklar gösterir. Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey’in Komuta ettiği 42. Alay Mangaltepe ve Taştepede tümden şehit olurlar. 47. Alay’dan ise çok az kişi kalmıştır. Afyon’da ve Batı cephesinde Giresunlu şehitler de yatmaktadır.
Ülkesi ve ulusu için kanlarını döken şehitler nur içinde yatsınlar!
Savaştan sonra Topal Osman Ağa Gülnihal vapuruyla 21 Aralık 1922’de Giresun’a gelir. Büyük karşılama töreni yapılır. Halk kahramanını bağrına basar.
Tekrar Ankara’ya gelen Topal Osman Meclis Muhafız Birliği komutanı olur. Ayrancı civarında “Papazın Bağı” kendisine ayrılan özel yerde silahlı adamları ile oturur, oturumları izelr ve güvenliği sağlar.
Mustafa Kemal’i eleştirenlere karşı tahammülsüzdür, sert bakışlar fırlattı, selamlarını almadığı, selam vermediği anlatılmaktadır.
“Millet Meclisi Topal Osman’dan sorulur.”(11)
Topal Osman, Papazın Bağı’nın dışında Samanpazarı’nda en yakın iki arkadaşı ile birlikte kiraladığı evde oturmaktadır. Burada Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i 26/27 Mart 1923 gecesi boğdurur. Mühye Köyüne gömdürür.
Olayın ortaya çıkması üzerine teslim olmaz. General İsmail Hakkı Tekçe’nin komuta ettiği Devlet güçleri tarafından Ayrancıdaki Papazın Bağındaki evinde 2 Nisan 1923 günü öldürülür. Cenazesi kardeşi Hacı Hasan Efendi tarafından önce Trenle İstanbul’a sonra da deniz yoluyla Giresun’a getirilir. Giresun Kalesine defnedilir.
1925 yılında Giresun Kalesindeki Anıtmezarda yatmakta, halk ve turistler tarafından ziyaret edilmektedir.
Ali Şükrü olayı elbette üzücüdür. Böyle bir olay tek yaşanmasaydı. Yine Topal Osman’ın sert önlemlere başvurduğu, “gemi kazalarında Rumları yaktığı, taş bağlayıp denize attığı söylenmekte”, “Koçkiri” isyanındaki tavrı eleştirilmektedir.
Ancak olayları bir veya birkaç nedenle açıklamaya kalkışmak tarihi bir yanılgıdır. O günün koşulları içinde olayları irdelemek ve incelemek daha gerçekcidir.
Topal Osman’ı asker kaçağı, mafya lideri olarak tanıtmaya kalkışmak “Ergenekon’a” indirmek kişisel linç ve hınçtan başka bir şey değildir.
Harb Tarihi Dairesi (ATASE), Türk İstiklal Harbi, 15 Eylül 1921 tarihli Ankara Hükümeti bildirisi, Kurtuluş Önderi Mustafa Kemal’in raporları, yerli ve yabancı araştırmacıların yazdıklarını da incelemek gerekir.
Topal Osman’ı tek yönüyle eleştirmek, Karadeniz Bölgesinde daha çok kadının ırzına geçilmesini, daha çok insanımızın katledilmesini, evlerinin yıkılmasını, yakılmasını, mallarının yağmalanmasını, bölgede bir Rum Devletinin kurulmasını istemek anlamına gelmez mi?
Giresun Gönüllü 42. ve 47. Alayının şehitlerinin ruhunu sızlatmaz mı? Yurt; bağrımızda beslediğimiz ilk fırsatla bizi zehirleyecek yılanlara mı bırakılsaydı?
Topal Osman Ağa, günahıyla sevabıyla Balkan ve Birinci Dünya Savaşında görev almış Rumlarla karşı Karadeniz de bölge halkının “Kurtarıcısı” olmuş, Kurtuluş Savaşı’nda başarılar kazanmış, gazi olmuş “Mangal Yürekli” bir milis kahramanıdır.
***
24 Mayıs 2010 Ekleme:
TOPAL OSMAN Milis Yarbayi.Sicil No:342
65 arkadasi ile,Ekim 1912’de Balkan Savasina katilmistir.Yaralanmis Topal Osman olmustur.30 Kasim 1915’te 93 kisi ve Trabzon cezaevinden tahliye ettigi 150 Giresunlu ile Birinci Dunya Savasina katilmistir.Ruslarin Batuma saldirmasi uzerine HARSIT cephesini kurmus ve basarilar gostermistir.
1918 Subat gunu Giresun Belediye Baskanligini Haci Beyden Devralir.GEDIKKAYA Gazetesini cikarir.Giresun Askerlik Subesi Baskani Tirebolulu Huseyin Avni Alpaslan bey imzasiz fakat atesli yazilar yazar.
Dr.Ali Naci Duyduk veIbrahim Hamdi Beyleri Erzurum Kongresine gonderir.Bunlarin Mustafa Kemal’ekarsi olmasini icine sindiremez,yurt disina kacmalarina neden olur.
Eylul 1920’de ERMENI Harekatina 850 kisi ile katilir,15.Kolordu emrinde gorev yapar.
42.ve 47.Alaylari kurmus SAKARYA savasina katilmistir.42.Alayin buyuk kismi ve 47.Alayin bir kismi sehit olmustur.Huseyin Avni Bey’de sehitler arasindadir.En az yuzde altmis sehit vermislerdir.(Damar ARIKOGLU-Yakin Tarihimiz-S/259-260) Savasin en kizgin anlarinda sungusuz olduklari icin EGRI BICAKLARI ile dusmana korkusuzca saldirmislardir.Gunumuzde TOPAL OSMAN’I ve GIRESUN USAKLARINI acimasizca elestirenler o gunleri bilmeyyen acnacak zavallilardir.
Afyon-Incehisar Doganlar Koyu Sivri Tepe’de sehit oolan Usaklar icin ,” 47. Giresun Gonullu Alayi Sehitligi”28 Agustos 1992 tarihinde DEVLET TORENI ile acilmistir.
ATATURK;”AFYONKARAHISAR’da,DUMLUPINAR’da sizing USAKLARda Vardi” demister.
Catismada yarali olarak ele gecirilmis yolda olmustur.Nedendir bilinmez basi kesilmistir. Mezarindan cikarilarak meclis onunde bacaklarindan asiomistir.
Giresun’da KURBAB DEDE turbesinin yanina defnedilmistir.
Haca gitmesine olumu neden oldugundan yerine silah arkadasi Alay Imami Bulancak Kucuklu Koyunden Kurtoglu Haci Hafiz Mustafa Efendi gitmistir.
Bu gun Giresun Kalesinde Anit Mezarinda yatmaktadir.
24 Mayis 2010
Mehmet DEMIRAG
Babamdan duyduğum anılar vardı.
Babam anlatmaya başlayınca
Annem sessizce ağlardıb” (1)
Topal Osman (Osman Ağa) 1883 yılında Giresun Hacıhüseyin Mahallesinde doğmuştur. Babası Feridunzadelerden Hacı Mehmet Efendi annesi Zeynep Hanımdır. Giresun eşrafından’dır.
Ticaretle uğraşmışlar, Karadeniz limanları arasında taşımacılık yapmışlardır. Ekonomik durumları iyidir. Liderlik vasıflarına sahip olduğu için Osman’a, Osman Ağa denilmiştir. Daha sonraları Aksu Deresi ağzına kurulmuş kereste fabrikasına ortak olmuştur.
Osman Ağa askerliği sevmesine rağmen bu isteğini gerçekleştirememiştir. Babası Hacı Mehmet Efendi Osman’ı askere göndermek istemez. Elli dört altın lira askerlik bedelini öder. Bu duruma üzülen Osman Ağa gönüllü olarak askere yazılır.
1912 yılında başlayan Balkan Savaş’ına katılır. Arkadaşları ile birlikte Çatalca cephesinde savaşır. Onbeş yerinden yaralanarak sağ bacağından sakat kalır. “Topal” ünvanı buradan gelmektedir. Topal olarak Giresun’a geri döner.
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine gönüllü arkadaşlarıyla birlikte Kasım 1915’te “Kafkas” cephesine gider. “Giresun Gönüllü Taburu” Ruslar karşısında başarılar elde ederler. Sarıkamış yenilgisi üzerine Rus Ordusu ilerler. Topal Osman’ın gönüllülerinin sayısı hızla artar. Gerilla Savaşı ile Ruslara önemli kayıplar verdirir. Savaş sırasında 94. Alay’da gösterdiği başarılarından dolayı kendisine Milis Yarbay rütbesi verilir.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Antlaşma gereğince galip devletler ülkeyi işgale başlarlar. Yurdun her bölgesinde olduğu gibi Karadeniz Bölgesinde de azınlıklar (Rum-Pontus) iyice azıtır, Türk halkına saldırmaya başlarlar.
Topal Osman Giresun ve çevresinde kendine bağlı kişilerle önemli bir güce sahiptir. 1918 Şubatında kendini Belediye Başkanı ilan eder. Gerek silahlı adamları gerekse Belediye Başkanı olması Rumları telaşlandırır.
Rum ve Ermenilerin galip devletlere ve İstanbul Hükümetine şikayetleri üzerine Topal Osman Divan-ı Harb’e verilir. Suçlu görülerek, yakalanarak İstanbul’a getirilmesi kararı alınır. Durumu haber alan Topal Osman adamları ile birlikte Giresun’dan ayrılarak Yavuzkemal ve Şebinkarahisar çevresine çekilir.
Topal Osman’ın Giresun’dan ayrılmasını fırsat bilen yerli Rumlar çalışmalarını hızlandırırlar, gemilerle azımsanmayacak Rum’u Giresun ve çevresine taşırlar.
Topal Osman’da boş durmaz, çevredeki Rum köylerine baskınlar yapar.
Giresun Halkıda tavrını açıkça gestererek Milli Mücadelenin yanında yerini alır. Şubat 1919’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak yönetimine Dizdaroğlu Eşref, Dr. Ali Naci Duyduk, İbrahim Hamdi, Niyazi Tayyip Ethem ve Nazif Bey’leri getirirler. “Karadeniz” ve “Işık” gazetelerini çıkararak halkı aydınlatmaya başlarlar.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunalılar tarafından işgali Giresun’da büyük bir galeyana neden olur. Çamlı Çarşı önünde gösteriler düzenlenir. İstanbul’da Devlet yetkililerine ve itilaf temsilciliklerini protesto telgrafları çekilir.
Damat Ferit’te çekilen telgraftan: “....Size Türk Sadrazamı olarak sesleniyoruz. İzmir’de Yunan bayrağı mı sallanacak, Türk bayrağı mı? Darağacıları bizim ufkumuzda da belirmekte, idam anımız yaklaşmaktadır. İzmir’in Yunan’a katıldığını öğrendiğimiz gün, Giresun ve çevresi sessiz kalmayacaktır. Zor sonucu geciktirmeden başka bir işe yaramayacaktır.” (2)
Topal Osman ve Giresun Gönüllülerinin değerini anlamak için o günlerde Rumların yaptıklarına bakmak gerekecektir.
Ele geçirilen bir haritaya göre Pontus Rum Cumhuriyet’i merkezi merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İstanbul’un batısına kadar olan Karadeniz kıyısı ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve birazda Erzurum ilini kapsamaktadır.
Ankara Hükümeti’nin 15 Eylül 1921 tarihli İtilaf Devletlerine verdiği cevaptan: “...Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, Yalnız Samsun bölgesinde Rum Çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadınının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır...”(3)
“19 Mayıs’ının 9. günü Merzifon’un Mahmutlu köyünde, terhis edilerek memleketlerine dönmekte olan yedi Türk askerinden altısı Rumlar tarafından öldürülmüşlerdir.” (4)
(Harb Tarihi Vesikalar dergisi S.5 Belge-103)
“Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Ladik, Havza, Tokat ve Erbaa civarında 1921’de öldürülen Türklerin sayısı 1641, yaralananların sayısı da 923’tür. Aynı yıl içinde bu çetelerin, Türk Köylerini basarak iki milyon lira değerinde nakit, mal ve eşya yağma ettikleri tesbit olunmuştur. Çağşur köyünü yakmışlar ve halkını öldürmüşlerdir.”(5)
(Türk İstiklal Harbi-İç Ayaklanmalar. C.6/141-144)
Rum Çeteleri dışardan bir müdahale yapılmasını beklerken civardaki Rum köylerini denetimleri altında tutmaya çalışırlar. Türk köylülerini silahlandırmaya çalışan Ankara Hükümeti’nin ise eli kolu hem çeşitli ayaklanmalar hem de Yunan Ordusu’nun ilerleyişi nedeni ile bağlıdır. Türk çetelerinin varlıklarını dayatabilecekleri tek bölge Topal Osman’ın hüküm sürdüğü Giresun bölgesidir.” (6)
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a geldikten sonra İstanbul’a en az beş rapor göndermiştir. Bu Raporlarda bölgenin durumundan ve Topal Osman’dan bahsetmektedir.
Özetle Amasya’da 21, Tokat-Niksar’da 5, Samsun’da 40 Rum Çetesi bulunmaktadır. Merzifon’da İngiliz, Amerikan memur ve subayları görev yapmakta, Merzifon Kaymakamı Magrit Efendi olup, Ladik Kaymakamı ise Rumdur.
“Trabzon Vilayetine gelince, İslamdan birkaç çete var ise de soygunculuk maksadına dayanıyor. TEHCİR işlerinden dolayı yakalanmamak için kaçan Topal Osman Ağa Çetesi mühim olup, Giresun ve civarında faaliyettedir.” (7)
Bilinen gerçek o dur ki, Giresun ve Karadeniz Bölgesinde Rum çetelerine karşı mücadele eden en etkili güç Topal Osman’ın gücüdür. Tümen Komutanının Osman Ağa’ya asker kaçaklarını kovalama ve yakalama emrini vermesiyle etkisi daha artar, Rumların karşısına dikilir.
29 Mayıs 1919’da Atatürk’ün çağrısı üzerine Temoğlu İsmail Çavraklı Kara Ahmet ve Dalgaroğlu Bilal’le birlikte Havza’ya gelerek görüşür. İstanbul Hükümeti tarafından yakalanması için aranan bir kişi olmasına rağmen Mustafa Kemal’in daveti ve görev verişi O’na bağlanmasına neden olur.
“Topal Osman Ağa artık bu dakikadan itibaren fikirleriyle, canıyla, malıyla, adamlarıyla ve her şeyiyle Mustafa Kemal’in yanındaydı. O’nun için canını her an vermeye hazırdı...” (8)
Mustafa Kemal Paşa’nın bir sorusu üzerine Topal Osman: “Siz hiç merak etmeyin Paşam! Bu Pontus Rumlarına öyel bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşşek arıları gibi boğulup gidecekler.”(9)
5 Haziran 1919 günü Rumları Taş Mektep’e Rum bayrağını çekerek, esnafa ve halka saldırırlar. Bunları haber alan Topal Osman atlı adamları ile birlikte Giresun’a gelerek Rum bayrağını indirir, sorumlu Rum ustasını da yanına alarak gider, sonra da öldürür.
Bir taraftan Rumlara baskı yaparak şikayetlerini geri almalarını ister. Diğer taraftan da Giresun Muhafaza-i Hukuk Cemiyet’i yetkililerinin Topal Osman’ı geri getirmek istemeleri ve İstanbul Hükümetine yaptıkları girişimler sonuç verir. 8 Temmuz 1919’da Topal Osman’ın tutulanma kararı Sultan Vahdettin tarafından kaldırılır.
Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekler. Kongreden sonra Giresun’ gelerek Kadıoğlu İsmail Bey’den Belediye Başkanlığını devralır ve Cemiyetin de Başkanı olur.
Eylül 1920’de Ermeni harekatını bastırmak için Kars’a gider. Kazım Karabekir Paşa’nın komuta ettiği 15. Kolordu emrinde başarılı hizmetler vererek Giresun’a döner.
Ekim sonlarında Giresun’dan hareket ederek 11 Kasım’da Ankara’da Kurtuluş önderi Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girer. O’nun korunması ile görevlendirilir. Yerel giysili (aba-zıpka-başlık, kemençede unutulmamalı) birliğin komutanıdır. Osman Ağa arkadaşlarına şöyle seslenir.
“Mustafa Kemal Paşa”nın hayatı ve muhafazası size, yalnız size aittir. O’nu her yerde koruyacaksınız. Şayet Mustafa Kemal Paşa’ya bir şey olursa kendinizi yok bilin. Hatta memlekette bıraktıklarımızıda yok bilin.” (10)
“Giresun Gönüllü Laz Müfrezesi” başlangıçta şu kişilerden oluşmaktadır: Oğlu İsmail, Asım, Mustafa Kaptan, Tığlıoğlu Ömer, Kırlak Hüseyin, Aşıkoğlu Garip, Yoloğlu Hüseyin, Yılancıoğlu Hasan, Alişıhoğlu Mehmet, Osmanoğlu Ali, Köseoğlu Hamit ve Sarı Mustafa’dır. Zamanla bu sayı 200 üzerine çıkacaktır.
6 Mart-17 Haziran 1921’de sona eren “Koçkiri” isyanında önemli rol üstlenir. Üzerine Beko gönderilir. Refahiye Kayadibi bölgesinde kuşatılır. 11. Alaya bağlı 2. Taburun yetişmesiyle rahatlar ve isyanı sonlandırır. Suşehri, Koyulhisar, Niksar ve Erbaa yoluyla geri döner. Havza’ya gelinceye kadar büyük işler başarırır.
Giresun Gönüllülerinden oluşturduğu 42. ve 47. Alaylarla birlikte 9 Ağustos’ta Ankara’dan Batı Cephesine hareket eder. Sakarya Savaşı’nda (23 Ağustos-12 Eylül) 42. ve 47. Alaylar büyük kahramanlıklar gösterir. Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey’in Komuta ettiği 42. Alay Mangaltepe ve Taştepede tümden şehit olurlar. 47. Alay’dan ise çok az kişi kalmıştır. Afyon’da ve Batı cephesinde Giresunlu şehitler de yatmaktadır.
Ülkesi ve ulusu için kanlarını döken şehitler nur içinde yatsınlar!
Savaştan sonra Topal Osman Ağa Gülnihal vapuruyla 21 Aralık 1922’de Giresun’a gelir. Büyük karşılama töreni yapılır. Halk kahramanını bağrına basar.
Tekrar Ankara’ya gelen Topal Osman Meclis Muhafız Birliği komutanı olur. Ayrancı civarında “Papazın Bağı” kendisine ayrılan özel yerde silahlı adamları ile oturur, oturumları izelr ve güvenliği sağlar.
Mustafa Kemal’i eleştirenlere karşı tahammülsüzdür, sert bakışlar fırlattı, selamlarını almadığı, selam vermediği anlatılmaktadır.
“Millet Meclisi Topal Osman’dan sorulur.”(11)
Topal Osman, Papazın Bağı’nın dışında Samanpazarı’nda en yakın iki arkadaşı ile birlikte kiraladığı evde oturmaktadır. Burada Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i 26/27 Mart 1923 gecesi boğdurur. Mühye Köyüne gömdürür.
Olayın ortaya çıkması üzerine teslim olmaz. General İsmail Hakkı Tekçe’nin komuta ettiği Devlet güçleri tarafından Ayrancıdaki Papazın Bağındaki evinde 2 Nisan 1923 günü öldürülür. Cenazesi kardeşi Hacı Hasan Efendi tarafından önce Trenle İstanbul’a sonra da deniz yoluyla Giresun’a getirilir. Giresun Kalesine defnedilir.
1925 yılında Giresun Kalesindeki Anıtmezarda yatmakta, halk ve turistler tarafından ziyaret edilmektedir.
Ali Şükrü olayı elbette üzücüdür. Böyle bir olay tek yaşanmasaydı. Yine Topal Osman’ın sert önlemlere başvurduğu, “gemi kazalarında Rumları yaktığı, taş bağlayıp denize attığı söylenmekte”, “Koçkiri” isyanındaki tavrı eleştirilmektedir.
Ancak olayları bir veya birkaç nedenle açıklamaya kalkışmak tarihi bir yanılgıdır. O günün koşulları içinde olayları irdelemek ve incelemek daha gerçekcidir.
Topal Osman’ı asker kaçağı, mafya lideri olarak tanıtmaya kalkışmak “Ergenekon’a” indirmek kişisel linç ve hınçtan başka bir şey değildir.
Harb Tarihi Dairesi (ATASE), Türk İstiklal Harbi, 15 Eylül 1921 tarihli Ankara Hükümeti bildirisi, Kurtuluş Önderi Mustafa Kemal’in raporları, yerli ve yabancı araştırmacıların yazdıklarını da incelemek gerekir.
Topal Osman’ı tek yönüyle eleştirmek, Karadeniz Bölgesinde daha çok kadının ırzına geçilmesini, daha çok insanımızın katledilmesini, evlerinin yıkılmasını, yakılmasını, mallarının yağmalanmasını, bölgede bir Rum Devletinin kurulmasını istemek anlamına gelmez mi?
Giresun Gönüllü 42. ve 47. Alayının şehitlerinin ruhunu sızlatmaz mı? Yurt; bağrımızda beslediğimiz ilk fırsatla bizi zehirleyecek yılanlara mı bırakılsaydı?
Topal Osman Ağa, günahıyla sevabıyla Balkan ve Birinci Dünya Savaşında görev almış Rumlarla karşı Karadeniz de bölge halkının “Kurtarıcısı” olmuş, Kurtuluş Savaşı’nda başarılar kazanmış, gazi olmuş “Mangal Yürekli” bir milis kahramanıdır.
***
24 Mayıs 2010 Ekleme:
TOPAL OSMAN Milis Yarbayi.Sicil No:342
65 arkadasi ile,Ekim 1912’de Balkan Savasina katilmistir.Yaralanmis Topal Osman olmustur.30 Kasim 1915’te 93 kisi ve Trabzon cezaevinden tahliye ettigi 150 Giresunlu ile Birinci Dunya Savasina katilmistir.Ruslarin Batuma saldirmasi uzerine HARSIT cephesini kurmus ve basarilar gostermistir.
1918 Subat gunu Giresun Belediye Baskanligini Haci Beyden Devralir.GEDIKKAYA Gazetesini cikarir.Giresun Askerlik Subesi Baskani Tirebolulu Huseyin Avni Alpaslan bey imzasiz fakat atesli yazilar yazar.
Dr.Ali Naci Duyduk veIbrahim Hamdi Beyleri Erzurum Kongresine gonderir.Bunlarin Mustafa Kemal’ekarsi olmasini icine sindiremez,yurt disina kacmalarina neden olur.
Eylul 1920’de ERMENI Harekatina 850 kisi ile katilir,15.Kolordu emrinde gorev yapar.
42.ve 47.Alaylari kurmus SAKARYA savasina katilmistir.42.Alayin buyuk kismi ve 47.Alayin bir kismi sehit olmustur.Huseyin Avni Bey’de sehitler arasindadir.En az yuzde altmis sehit vermislerdir.(Damar ARIKOGLU-Yakin Tarihimiz-S/259-260) Savasin en kizgin anlarinda sungusuz olduklari icin EGRI BICAKLARI ile dusmana korkusuzca saldirmislardir.Gunumuzde TOPAL OSMAN’I ve GIRESUN USAKLARINI acimasizca elestirenler o gunleri bilmeyyen acnacak zavallilardir.
Afyon-Incehisar Doganlar Koyu Sivri Tepe’de sehit oolan Usaklar icin ,” 47. Giresun Gonullu Alayi Sehitligi”28 Agustos 1992 tarihinde DEVLET TORENI ile acilmistir.
ATATURK;”AFYONKARAHISAR’da,DUMLUPINAR’da sizing USAKLARda Vardi” demister.
Catismada yarali olarak ele gecirilmis yolda olmustur.Nedendir bilinmez basi kesilmistir. Mezarindan cikarilarak meclis onunde bacaklarindan asiomistir.
Giresun’da KURBAB DEDE turbesinin yanina defnedilmistir.
Haca gitmesine olumu neden oldugundan yerine silah arkadasi Alay Imami Bulancak Kucuklu Koyunden Kurtoglu Haci Hafiz Mustafa Efendi gitmistir.
Bu gun Giresun Kalesinde Anit Mezarinda yatmaktadir.
24 Mayis 2010
Mehmet DEMIRAG
DÜNDEN GELEN IŞIK
“ YIL 1923.
Daha sonra İngiliz krallık tahtına oturacak olan Edward, Hindistan'ı veliaht olarak ziyaret etmektedir. Top ve trampet sesleri arasında bir savaş gemisinden iner. Ama kendisini karşılayanlar sadece birkaç mihrace ile birkaç yerli görevlidir.
Alışılmışın tersine, halk ortalarda yoktur.
Üzgün bir biçimde babası V. George'a bir mektup yazar ve sorar:
“Acaba bu durum, Gandi'nin düzenlediği bir aşağılama göstergesi midir ?”
Sorunun yanıtı tarihe geçmiştir:
“Hayır ! Mustafa Kemal'in açtığı Kurtuluş Savaşında aramak daha doğru olur.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İsviçre'de büyükelçiydi.Hindistan'ın genç elçisi de Gandi'nin sağ kolu olan Desai'nin oğluydu. Arkadaş oldular. Ve Hintli diplomat, ona bir anısını anlattı:
“Okuldan eve her dönüşümde babam beni yana çağırır ve ne öğrendiğimi sorardı. Ben de okuduğum derslerle ilgili olarak kendisine bilgi verirdim… Sı sık şöyle derdi: 'Bir insan olarak bu derslerden yararlanmak elbette ki gerekir. Fakat bir Hintli olarak muhtaç olduğun en büyük ders, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı tarihidir. Şimdi yanıma otur, onuda ben sana anlatayım'…”
Endonezyalı bir diplomat da Yakup Kadri Bey'e bir anısını anlatmıştı:
”9-10 Yıl önce, bir ticaret işi için Saygon'a gitmiştim. Baktım ki halk tapınaklara toplanmış bir yas ayini yapıyorlar. 'Ne oldu ? Kim öldü ?' diye sordum. 'Mustafa Kemal sonsuzluğa göçtü' dediler…”
Bir anı da Ahmet Emin Yalman'dan.
Vatan gazetesinin başyazarı, uzun gezilerinden birinde İngiliz Guyanı'na uğrar ve orada bir yerli ile aralarında şu konuşma geçer:
”Siz hangi millettensiniz?”
“Türküm.”
“Öyle ise dost ve hatta kardeş sayılırız.”
“Neden? Müslüman mısınız ?”
“ Hayır, Hristiyanım. Fakat, bağımsızlığına susamış bir Guyanlı Hristiyanım ve bir çok yurttaşım gibi, sizin kurtuluş mücadelenizin hayranlarındanım. Günün birinde, bizde büyük önderiniz Mustafa Kemal'in açtığı yoldan yürüyeceğiz…”
Son anı da gene rahmetli Karaosmanoğlun'dan .
Bresilyalı diplomat, Atatürk'ün ölümünden sonra ir gün kendisine şöyle der:
”Size doğrusunu söyleyeyim mi? Kemal Paşa sağ olduğu sürece siz bana 50 - 60 milyonluk
Bir Avrupa ülkesi gibi görünürdünüz. Şimdi üzerimde küçük bir Balkan devleti etkisi yapmaya başladınız. Ve bundan daha samimi bir itirafta bulunacağım. Biz Güney Amerika da Türk denilince bir zamanlar ülkemize gelmiş ve sonradan zengin olmuş bazı ayak satıcılarından başka kimseyi anlamazdık. Siz ulus olarak büyüklüğünüzü , şeref ve değerinizi ancak Mustafa Kemal adı işitildikten sonra takdir etme olanağından bildik…”
Ve UNESCO'nun,1979 yılında 156 ülkenin oybirliği ile Atatürk ile ilgili kararda şu satırlar var:
“Uluslar arası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışısın öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu…”
Bugün 19 Mayıs 1996.
Ülkenin gene dışta güçlü düşmanları var… İçte gene karanlık güçler var, dış düşmanların uzantıları var. Eskileri öldü :ama yeni mandacılar, eni ayrılıkçılar, yeni şeriatçılar var… Yarım yüzyıllık “gaflet” yada” ihanet'in” sonucu olarak gündeme gelmiş önemli sorunlar var…”*
Dün olduğu gibi bugünde koşullar pek değişmedi. ABD, AB yanlıları, 2. Cumhuriyetçiler, İç odakların tüm çabaları boşunadır. Türkiye Cumhuriyet'i Kurucusunun yolunda ilerleyecektir. İlelebet var olacaktır.
17 Mayıs'ta Ankara'da buluşalım el ele, yan yana, can cana !
*Ahmet Taner Kışlalı
Daha sonra İngiliz krallık tahtına oturacak olan Edward, Hindistan'ı veliaht olarak ziyaret etmektedir. Top ve trampet sesleri arasında bir savaş gemisinden iner. Ama kendisini karşılayanlar sadece birkaç mihrace ile birkaç yerli görevlidir.
Alışılmışın tersine, halk ortalarda yoktur.
Üzgün bir biçimde babası V. George'a bir mektup yazar ve sorar:
“Acaba bu durum, Gandi'nin düzenlediği bir aşağılama göstergesi midir ?”
Sorunun yanıtı tarihe geçmiştir:
“Hayır ! Mustafa Kemal'in açtığı Kurtuluş Savaşında aramak daha doğru olur.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İsviçre'de büyükelçiydi.Hindistan'ın genç elçisi de Gandi'nin sağ kolu olan Desai'nin oğluydu. Arkadaş oldular. Ve Hintli diplomat, ona bir anısını anlattı:
“Okuldan eve her dönüşümde babam beni yana çağırır ve ne öğrendiğimi sorardı. Ben de okuduğum derslerle ilgili olarak kendisine bilgi verirdim… Sı sık şöyle derdi: 'Bir insan olarak bu derslerden yararlanmak elbette ki gerekir. Fakat bir Hintli olarak muhtaç olduğun en büyük ders, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı tarihidir. Şimdi yanıma otur, onuda ben sana anlatayım'…”
Endonezyalı bir diplomat da Yakup Kadri Bey'e bir anısını anlatmıştı:
”9-10 Yıl önce, bir ticaret işi için Saygon'a gitmiştim. Baktım ki halk tapınaklara toplanmış bir yas ayini yapıyorlar. 'Ne oldu ? Kim öldü ?' diye sordum. 'Mustafa Kemal sonsuzluğa göçtü' dediler…”
Bir anı da Ahmet Emin Yalman'dan.
Vatan gazetesinin başyazarı, uzun gezilerinden birinde İngiliz Guyanı'na uğrar ve orada bir yerli ile aralarında şu konuşma geçer:
”Siz hangi millettensiniz?”
“Türküm.”
“Öyle ise dost ve hatta kardeş sayılırız.”
“Neden? Müslüman mısınız ?”
“ Hayır, Hristiyanım. Fakat, bağımsızlığına susamış bir Guyanlı Hristiyanım ve bir çok yurttaşım gibi, sizin kurtuluş mücadelenizin hayranlarındanım. Günün birinde, bizde büyük önderiniz Mustafa Kemal'in açtığı yoldan yürüyeceğiz…”
Son anı da gene rahmetli Karaosmanoğlun'dan .
Bresilyalı diplomat, Atatürk'ün ölümünden sonra ir gün kendisine şöyle der:
”Size doğrusunu söyleyeyim mi? Kemal Paşa sağ olduğu sürece siz bana 50 - 60 milyonluk
Bir Avrupa ülkesi gibi görünürdünüz. Şimdi üzerimde küçük bir Balkan devleti etkisi yapmaya başladınız. Ve bundan daha samimi bir itirafta bulunacağım. Biz Güney Amerika da Türk denilince bir zamanlar ülkemize gelmiş ve sonradan zengin olmuş bazı ayak satıcılarından başka kimseyi anlamazdık. Siz ulus olarak büyüklüğünüzü , şeref ve değerinizi ancak Mustafa Kemal adı işitildikten sonra takdir etme olanağından bildik…”
Ve UNESCO'nun,1979 yılında 156 ülkenin oybirliği ile Atatürk ile ilgili kararda şu satırlar var:
“Uluslar arası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışısın öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu…”
Bugün 19 Mayıs 1996.
Ülkenin gene dışta güçlü düşmanları var… İçte gene karanlık güçler var, dış düşmanların uzantıları var. Eskileri öldü :ama yeni mandacılar, eni ayrılıkçılar, yeni şeriatçılar var… Yarım yüzyıllık “gaflet” yada” ihanet'in” sonucu olarak gündeme gelmiş önemli sorunlar var…”*
Dün olduğu gibi bugünde koşullar pek değişmedi. ABD, AB yanlıları, 2. Cumhuriyetçiler, İç odakların tüm çabaları boşunadır. Türkiye Cumhuriyet'i Kurucusunun yolunda ilerleyecektir. İlelebet var olacaktır.
17 Mayıs'ta Ankara'da buluşalım el ele, yan yana, can cana !
*Ahmet Taner Kışlalı
MUSTAFA KEMAL'İN İMZALI ŞİİRLERİ
“Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahtırlar. Besbelliki o adam fert sıfatı ile mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Herkesin kendine göre bir zevki vardır. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır.
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir.”
Atatürk 17 Mart 1937
Bazı kitap ve internet sitelerinde “insanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Çağların Önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün şiirler yazdığı ve dergilerde yayınladığı bilgilerine raslanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Mustafa Kemal Atatürk, adı geçen şiirleri yazmamıştır. Atatürk’e ait olduğu belirtilen şiirler genel de üç tanedir.
“Bir Askerin Mezarı”:
“Şurada kabrin üstünde konulmuş bir
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçururken...
Celadeti taban olurken aldığı cerihat met
....
Cayi istirahatidir, Ne mutlu ki Paye Vatan
Ona nailini intizar olmuş!...”
Bu şiiri Harbiye öğrencisi iken yazdığı söylenmektedir. “Bir Askerin Mezarı” isimli çeviri deniz subayı olan Mustafa Kemal’e aittir. Münir Süleyman Çapanoğlu” Tarih Hazinesi Dergisi’nin 15 Ocak 1951 tarihli sayısının 5. sayfasında yayımladığı bir yazı ile bu büyük yanlışlığa değinmiştir.” “Bu husus sağılığında Atatürk’e de sorularak saptanmıştır.
“Cuşima Muharebe-i Bahriyesi” adlı çevirisi de olan deniz subay Mustafa Kemal, “Gönder” soyadını almış, 1954 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Atatürk’e mal edilen “Kadid-i İstibdat Yahut Kırmızı İzler” isimli şiir 1908 yılında “Neyyir-i Hakikat” gazetesinde, sonrada 24 Kasım 1908 günü “Şanlı Asker” gazetelerinde yayınlanmıştır.
“Bir Köhne Kadit parçası, bir çehre-i menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelaşı
Daima mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkarı sakimene ile aleme karşı...
...
Kabusi hiyanetle vatan can çekişirken
Atimizi dendanı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli Dağları envara boyandı
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.
Bu şiirin Atatürk’e ait olduğu yanlışlığı 19 Mayıs 1942 tarihinde başlamıştır. Aynı tarihte Ankara Halkevinde Atatürkle ilgili bir kitap sergisi açılmış ve bine yakın kitap sergilenmiştir. Sergide “Şanlı Ordu” gazetesindeki kesilmiş ve bu şiir Atatürk’e mal edilmiştir.
Hakkı Tarık Us, 24 Mayıs 1942’de Vakit Gazetesinde yazdığı bir yazı ile bu şiirin Ankara’da bulunan Mustafa Kemal isimli bir avukata ait olduğunu belirtir. Bu yazı üzerine Kadri Kemal Kop, Ankara’da avukat Mustafa Kemalle görüşüyor ve şiirin Avukata ait olduğu anlaşılıyor.
Avukat Mustafa Kemal Olgun, 30 Mayıs 1942 tarihinde Vakit Gazetesinde yayımlanın röportajında, Kadri Kemal Kop’a şunları anlatmaktadır:
“Ben bir tarihte Hamit’in (Abdülhamit II) kahrına uğramış, müebbet kalebentlikle Sinop’a gönderilmiştim...1 Aralık Ankara’da Jandarma müfettişliği yapan ve “Kara Kemal” adıyla tanınan bu zat tekaüt olarak İstanbul’a gitti. Kemal Bey Manastır’da iken orada “Neyyiki Hakikat” adında bir gazetede intisar ederdi. Kemal delaletiyle bende bu gazete ile münasebet tesis ettim ve gazeteye muhabirlik yaptım. Orada görülen “Kadid-i istibdat yahut Kırmızı İzler” manzumesi benimdir.
Hakkı Tarık Us’un uyarması üzerine bu şiirin Atatürk’le hiçbir ilgili olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı Avukat Mustafa Kemal Ongun “Beşike Hadisesi İçin” başlıklı şiiri de yazmıştır. 19 kıtadan oluşuru.
“Çıkıyor gönüllere istimdadı
Samiamda vatanın feryadı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evladı
Etmesin mi anaya imdat?
.....
Yazık oldu, vatana ah yazık...
Her ağızdan çıkıyor: Eyvah yazık!..
Acısın bizlere ah yazık!
Mustafa Kemal
Sinop-25 Kanunuevvel 321 1905
Şiirin altında bulunan tarihe dikkat edilse gerçek ortaya çıkacaktır. Çünkü, Atatürk belirtilen tarihte Sinop’a gitmemiş olup Şamda görev yapmaktaydı.
Sonuç olarak Mustafa Kemal Atatürk’e mal edilen şiirler; deniz subayı Mustafa Kemal Gören ve avukat Mustafa Kemal Olgun’a aittir.
Ben Atatürk’ümü olduğu gibi seviyorum. Ne dayanıksız övgülere ne de dayanıksız yetmelere önem veriyorum verilmemesi gereğine inanıyorum.
Ayrıca, Atatürk Araştırma Merkezi ve Tarih Kurumu neden gerçekleri Türk halkına açıklamaz merak ediyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu gerekli araştırmaları yaparak durumu Türk halkına net bir şekilde açıklamalı, hataları gidermelidir. Görevidir!
Kaynak: Sadi Borak- Atatürk ve Edebiyat
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir.”
Atatürk 17 Mart 1937
Bazı kitap ve internet sitelerinde “insanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Çağların Önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün şiirler yazdığı ve dergilerde yayınladığı bilgilerine raslanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Mustafa Kemal Atatürk, adı geçen şiirleri yazmamıştır. Atatürk’e ait olduğu belirtilen şiirler genel de üç tanedir.
“Bir Askerin Mezarı”:
“Şurada kabrin üstünde konulmuş bir
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçururken...
Celadeti taban olurken aldığı cerihat met
....
Cayi istirahatidir, Ne mutlu ki Paye Vatan
Ona nailini intizar olmuş!...”
Bu şiiri Harbiye öğrencisi iken yazdığı söylenmektedir. “Bir Askerin Mezarı” isimli çeviri deniz subayı olan Mustafa Kemal’e aittir. Münir Süleyman Çapanoğlu” Tarih Hazinesi Dergisi’nin 15 Ocak 1951 tarihli sayısının 5. sayfasında yayımladığı bir yazı ile bu büyük yanlışlığa değinmiştir.” “Bu husus sağılığında Atatürk’e de sorularak saptanmıştır.
“Cuşima Muharebe-i Bahriyesi” adlı çevirisi de olan deniz subay Mustafa Kemal, “Gönder” soyadını almış, 1954 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Atatürk’e mal edilen “Kadid-i İstibdat Yahut Kırmızı İzler” isimli şiir 1908 yılında “Neyyir-i Hakikat” gazetesinde, sonrada 24 Kasım 1908 günü “Şanlı Asker” gazetelerinde yayınlanmıştır.
“Bir Köhne Kadit parçası, bir çehre-i menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelaşı
Daima mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkarı sakimene ile aleme karşı...
...
Kabusi hiyanetle vatan can çekişirken
Atimizi dendanı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli Dağları envara boyandı
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.
Bu şiirin Atatürk’e ait olduğu yanlışlığı 19 Mayıs 1942 tarihinde başlamıştır. Aynı tarihte Ankara Halkevinde Atatürkle ilgili bir kitap sergisi açılmış ve bine yakın kitap sergilenmiştir. Sergide “Şanlı Ordu” gazetesindeki kesilmiş ve bu şiir Atatürk’e mal edilmiştir.
Hakkı Tarık Us, 24 Mayıs 1942’de Vakit Gazetesinde yazdığı bir yazı ile bu şiirin Ankara’da bulunan Mustafa Kemal isimli bir avukata ait olduğunu belirtir. Bu yazı üzerine Kadri Kemal Kop, Ankara’da avukat Mustafa Kemalle görüşüyor ve şiirin Avukata ait olduğu anlaşılıyor.
Avukat Mustafa Kemal Olgun, 30 Mayıs 1942 tarihinde Vakit Gazetesinde yayımlanın röportajında, Kadri Kemal Kop’a şunları anlatmaktadır:
“Ben bir tarihte Hamit’in (Abdülhamit II) kahrına uğramış, müebbet kalebentlikle Sinop’a gönderilmiştim...1 Aralık Ankara’da Jandarma müfettişliği yapan ve “Kara Kemal” adıyla tanınan bu zat tekaüt olarak İstanbul’a gitti. Kemal Bey Manastır’da iken orada “Neyyiki Hakikat” adında bir gazetede intisar ederdi. Kemal delaletiyle bende bu gazete ile münasebet tesis ettim ve gazeteye muhabirlik yaptım. Orada görülen “Kadid-i istibdat yahut Kırmızı İzler” manzumesi benimdir.
Hakkı Tarık Us’un uyarması üzerine bu şiirin Atatürk’le hiçbir ilgili olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı Avukat Mustafa Kemal Ongun “Beşike Hadisesi İçin” başlıklı şiiri de yazmıştır. 19 kıtadan oluşuru.
“Çıkıyor gönüllere istimdadı
Samiamda vatanın feryadı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evladı
Etmesin mi anaya imdat?
.....
Yazık oldu, vatana ah yazık...
Her ağızdan çıkıyor: Eyvah yazık!..
Acısın bizlere ah yazık!
Mustafa Kemal
Sinop-25 Kanunuevvel 321 1905
Şiirin altında bulunan tarihe dikkat edilse gerçek ortaya çıkacaktır. Çünkü, Atatürk belirtilen tarihte Sinop’a gitmemiş olup Şamda görev yapmaktaydı.
Sonuç olarak Mustafa Kemal Atatürk’e mal edilen şiirler; deniz subayı Mustafa Kemal Gören ve avukat Mustafa Kemal Olgun’a aittir.
Ben Atatürk’ümü olduğu gibi seviyorum. Ne dayanıksız övgülere ne de dayanıksız yetmelere önem veriyorum verilmemesi gereğine inanıyorum.
Ayrıca, Atatürk Araştırma Merkezi ve Tarih Kurumu neden gerçekleri Türk halkına açıklamaz merak ediyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu gerekli araştırmaları yaparak durumu Türk halkına net bir şekilde açıklamalı, hataları gidermelidir. Görevidir!
Kaynak: Sadi Borak- Atatürk ve Edebiyat
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)