Tarihte ad bırakmış kişiliklerden pek azı Atatürk'ün başarılarından herhangi birinin benzerini elde edebilmiştir. Ulusunun bağımsızlığının kurtarıcısı. Yenilemez ve dünyada baskıcılığın en amansız düşmanı. Bir cumhuriyetin yaratıcısı. Siyasal, yasal ve toplumsal-ekonomik devrimlerin mimarı. Söz sanatının büyüleyici ustası. Kültür devrimcisi. Laikliğin ufuk açıcı öncüsü. İnsan sevgisini yücelten uluslar arası barışçı. Bağımsızlık savaşlarının yol gösterici önderi. 20. yüzyıl aydınlanmasının bir kahramanı.
Bu başarıların birkaçını birden elde edenler ise Doğu'da da Batı'da da, çağımızda olsun, geçmiş dönemlerde olsun, çok daha azdır. Tümünü, bunca kısa zamanda ve öylesine derin izler bırakacak biçimde gerçekleştiren başka hiçbir tarihsel kişilik göstermeye ise olanak yoktur.
Winston Churchill O'nu “Büyük kahraman” olarak niteledi. John F. Kennedy için O, “20. yüzyılın büyük önderlerinden biri” idi. Ronald Reagan O'nun için “yüce kişilik” diyordu. İsrail'in kurucularından Başbakan David Ben Gurion, “O'ndan daha büyük devlet adamı bilmiyorum.” Demişti. Hindistan'ın Başbakanı Jawaharlal Nehru, Atatürk'ü “Modern Çağın yaratıcılarından birisi” sayıyordu. Dwight D. Eisenhower, O'nu “Tüm dünyada bağımsızlığı için savaşanların esin kaynağı” olarak övüyordu. Fransa devlet başkanı Charles De Gaulle, “Atatürk'ten öğreneceğimiz çok şey var… Dünya önderleri arasında en büyük başarıları ele eden kişi O'ydu. Çünkü ulusunu çağdaşlaştırdı.” Diyordu. 1934'te Yunanistan Başbakanı Eleutherios Venizelos Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterdi ve gerekçe olarak da şunları belirtti: “Bir ulusun yaşamında bunca kısa zaman içinde bunca köklü değişiklerin başarıldığı pek enderdir… Bu oğlan çalışmaları Atatürk'e, sözcüğün tam anlamıyla 'Büyük Adam' sanını kazandırmıştır.”
“Türklerin kahramanı” 1923'te köhnemiş bir imparatorluğun yıkıntılarından bir cumhuriyeti yarattı ve ölüm tarihi olan 10 Kasım 1938ê kadar geçen 15 yıl gibi kısa bir süre içinde çağdaşlaşma yolunda çok kapsamlı devirler gerçekleştirdi:
- Arap alfabesi yerine Latin kökenli bir alfabe getirerek çocukların da, yetişkinlerin de çok daha kolay okuryazar olmalarını sağladı;
- Yönetim ve eğitim düzeni dinden bağımsızlaştırıldı;
- Hukuk düzeni laik temeller üzerinde Avrupa hukukuna göre düzeltildi;
- Geleneksel başlılar yerine şapka giyildi, kadınların peçe takmaması önerildi;
- Demokratik parlamenter düzen yolunda büyük adımlar atıldı;
- Özellikle kentlerim yaşamında çok kapsamlı ilerlemeler gerçekleşti;
- Kültür yaşamı, teknolojide olduğu gibi opera, bale ve yontu da içinde olmak üzere güzel sanatlar alanlarının birçoğunda Batı Uygarlığı'nı kucakladı;
- Okullar ve üniversiteler çağdaşlaştırıldı;
- Ekonomide, sanayi ve tarım alanlarında reformlar başlatıldı.
Atatürk, bu yadsınması olanaksız başarıları ve sanatsal anlatımlı özlü düşünceleri ile dostun ve düşmanın özgüsünü kazandığı gibi, geleceğe de damgasını vuruyor:
- “İnsanlığın tümünün gönenci açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”
- “Savaşın ne korkunç bir yıkım olduğunu anlamaya kimi önderler saldırgan amaçlar güdüyorlar… Onlar kendi uluslarını yanıltıp baştan çıkartıyorlar… Dünyanın yazgısı, vicdan ve karakter sahibi önderlerin elinde olmalı.”
Bu çapta bir uzak görüşlü kahramanı yaratan güçler neler olabilir? Eski Çağ felsefesi, kahramandaki olağanüstü insani nitelikleri görmekle birlikte, tanrısal güçlere ağırlık tanırdı. Klasik mitolojide tanrılar insan biçiminde sunuluyor, insanlar tanrılaştırılıyordu.
Çağdaş felsefe için kahraman, birçok güçlerin elbirliği ile yarattığı kişidir. Carlyle, tarihi büyük insanların yaptığını söylerdi. Kimi düşünürler kahramanı Zeitgeist (çağın ruhu )'nun cisimleşmiş belirişi olarak gördüler. Efsanelerin gerçek olay ve kişilere dayalı olduğunu savunanlar, tarihin temelinde bu tür güçlerin ve olayların yattığını öne sürerler. Toplumbilimsel anlayışa göre ise kahraman, kendi kişiliği ile biçimlendirdiği toplusal zorunlulukların ürünüdür. Birçok düşünür, bu değişik yorumların bileşimini yapmaktadır.
En geniş bir bakışla kahraman, korkunç altüst oluşlar ortamında karşı konulamaz bir biçimde ortaya çıkan, kişiliğin gücüyle o âna egemen olan, görüş derinliği ve ustalığı ile olayların akışına yön veren ve kalıcı etkiler yapan karizmatik bir eylem adamıdır. Bu anlamda kahraman, aynı zamanda hem efsanevi ve tanrısal varlık, hem tarihin seçtiği ve ona yeniden biçim veren yaratıcı güç, hem de çağın simgesi ve geleceğe doğru atılmış dev adımıdır.
Atatürk evrensel uyum ve barış ülküsüne kendini adamıştı. Bayrağı, “Yurtta barış, dünyada barış”, ilkesiydi. Birçok savaşlar ve çarpışmalar geçirmiş olarak, “Ulusun yaşamı tehlikeye uğramadıkça savaş cinayettir.”diyebiliyordu. Atatürk bir insan sever (hümanist) ve uluslar arası barış kurucusuydu. Laik demokrasi davasına O'ndan daha başarılı hizmette bulunan devlet adamı pek azdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde Atatürkçü düşüncenin yaşamakta süregitmesi nedensiz değildir. Gerçekten de Atatürkçü (Kemalist) ideoloji, yalnız laiklik karşıtı karanlıkçı güçlere karşı bir kale olarak değil, aynı zamanda ülkenin aydınlanması ve demokratik gelişmesi yolunda yapıcı bir siyasal sisten olarak da yeniden yükselen bir dalga olmuş bulunuyor.
Atatürk'ün demokrasi ülküsünün özünde kadın-erkek eşitliği yatmaktaydı. “Olanak var mı?” diye soruyordu, bir topluluğun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça, öbür bölümü göklere yükselebilsin?” Atatürk, gerçek bir ulusal kimliğin önemini de vurguluyordu: “Bir ulusal eğitim programından söz ederken, eski dönemin boş inançlarından ve doğal özelliklerimizle hiç de ilişkisi bulunmayan yabancı düşüncelerden, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen her türlü etkilerden tümüyle uzak, ulusal ve tarihsel karakterimize bütünüyle uygun bir kültürü anlatmak istiyorum.” Var gücüyle hükümeti, sözcüğün tam anlamıyla ulusun hizmetine bir hükümet yapmaya çalıştı. O'na göre ulusun istencini gerçekten temsil eden cumhuriyet, bütün kaynakları tüm ulusun yararına kullanmak ve bunun için de ahlaki sağlamlılığı en yüksek düzeyde tutmakla yükümlüydü. “Cumhuriyet erdem üzerine dayalı bir devlet düzenidir.” Diyordu. “Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, … bağlı olduğu dinin gereklerini yapmak ya da yapmamak hak ve özgürlüğüne maliktir…”” Biz dine saygılıyız. Din anlayışı vicdan işi olduğundan, Cumhuriyet din düşüncelerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, ulusumuzun çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni olarak görür.”
İki bin yıl önce Latin şair Horatius şöyle diyordu: “Övgüsüne Lâyık olan kahramanın - Ölmesine izin vermez ilham perisi.”
Mustafa Kemal Atatürk, dipdiri Cumhuriyetinde ve uluslar arası alanda, mükemmel bir esin kaynağı, hayranlık uyandırıcı, yol gösterici kahraman olarak yaşamakta devam ediyor.
Profesör Talat HALMAN
“Dünya Düşünürleri Gözüyle
Atatürk ve Cumhuriyet”
Önsözü
4 Ekim 2009 Pazar
DÜNYA DÜŞÜNÜRLERİNDEN ÇAĞLARIN ÖNDERİ ATATÜRK
Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun, huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur.
M. Kemal ATATÜRK
“Çünkü sağcısından solcusuna, 20. yüzyılın büyük devrimci liderlerinden pek büyük bölümünün başarısızlığa uğradığını, kimisinin yıkımla sonuçlandığını; rejimlerin devrildiğini, ilke ve programlarının nefret içinde terk edildiğini görüyoruz. Buna karşılık Atatürk bakımından bunların hiçbirinin söz konusu olmadığını görüyoruz. Tam tersine ölümünden sonraki ilk zaferi, yerine geçecek kişinin kurduğu düzene uygun biçimde belirlenmesi oldu. Bu gerçekleştirilmesi kolay bir şey değil. Devrimle kurulmuş rejimlere bakıldığında, iktidardaki kişinin yerinin, başkaldıran yöneticiler, sadık kalmayan subaylar, sabırsız iktidar düşkünlerince doldurulduğu görülür. Oysa Atatürk öldüğünde, yerine geçecek yeni önderin, sakin huzurlu ve düzene uygun bir biçimde belirlendiğini gördük...
Atatürk yalnız Türkiye’nin değil, aynı zamanda Türklerin’de özgürlüğünü amaçlıyordu. Bence O’nunla yüzyılımızın bütün öteki devrimcileri arasındaki en temel fark burada yatmaktadır...”
Prof. Dr. Bernard LEWIS
Tarihçi
ABD Princeton Üniversiteis Öğretim Üyesi
“Atatürk hem geçmişin uygarlık tohumlarını bulup değerlendirdi, hem de geçmişin zincirleri
ni koparmayı başardı.”
“Bence Atatürk, bir “Dünya insanı” kimliği
ile uygarlığın 21. yüzyıla ulaşacak yeni modelini başlatmıştır.”
“Atatürk, şiddetin yaygın olduğu bir dönemde geldi. Bu dönemde, ülkeler ve haklar birbirine karşı silah kullanıyordu. “Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesinin savunulması, yeni bir uygarlık çekimi örneğini (paradigma) oluşturdu ve bugün 20. yüzyılın sonu 21. yüzyılın eşiğinde bu düşünce gerçek genişlemesini buluyor.”
“Atatürk tercihlerinde ve anlatmalarında Batılı politikacıların yabancıdan korkma duygusunu (ksenofobi), güç kullanmadan aşma modelini verebilmiştir. Atatürk’ün Moskova’ya yönelmesi yolundaki iddialar doğru değildir. Atatürk Moskova’ya yönelmedi. Dünya’da bağımsız ve yeni ilişki modellerinin uygulamaya konulmasına yönelmişti.
Prof. Dr. Vitali ŞEREMET
Tarihçi
Rusya Bilimler Akademisi
Doğu Araştırması Bölümü Öğrt. Üyesi
“Cumhuriyetin bilim ve eğitime verdiği önem, eğitimin insanları özgürleştireceğini düşünmesi çok büyük değer taşır. Hiç kuşkum yok ki, zaman içinde ülkenin geleceğini özgür bireyler belirleyecekti.
“İslamın demokrasiyle bağdaşmadığı kanısında değilim. Bütün sorun, islamı kimin yorumladığına bağlıdır. Eğer Afganistan’da ki gibi Talibanlar İslamı yorumluyorsa, islamın demokrasiyle, kadınların özgürleşmesi vb. ile bağdaşmasına olanak yoktur. Bu geriye dönük bir rejimdir. Ama benim araştırmalarıma göre, Türkiye Cumhuriyeti’nde rejim laik olmakla beraber İslama karşı değildir. Günümüzde İslamcı hareket denilen yönden bir tehlike geldiği, ülkenin geriye götürüleceği kanısı var. Ama bence buna artık olanak yoktur...
“Kemalist ekonomi politikası çok daha ileriye bakan, uzun süreli düşünen, kısa dönemde kar elde etmeye çok önem vermeyen bir politikaydı. Bu nedenle de çok büyük bir başarı elde etti.”
Kemalistler yeni “Türk”ü, yeni dilleriyle birlikte yarattı. Bence rejim için izlenecek mantıki yol da buydu.”
Prof. Dr. Feroz AHMAD
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihçisi
ABD Massachussetts Üniversitesi Öğretim Üyesi
“Mustafa Kemal’in beni en çok ilgilendiren yanı, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğmuş, Osmanlı İmrapatorluğu içinde yetişmiş olmasına karşın, yepyeni bir kuruluş düşünmüş olmasıydı. Bu neye benzer biliyormusunuz? Fizikçiler Newton’dan sonra hep Newton’un düşüncelerini devam ettirdiler. O’ndan sonra bir gün bir Einstein geliyor bu sefer bütün o çalışmalar değişiyor, yepyenileşiyor. Ben Atatürk’ü buna bezetiyorum. Çünkü kendisi Osmanlı İmparatorluğu kültüründen türemiş bir insan. Ama kafasında yepyeni bir demokrasi düşüncesi, parlamento düşüncesi var. Bence Atatürk’ün dehalığı buradadır yepyeni bir şey yaratması.
Bence becermiştir de. Çünkü halk O’nu seviyordu. Ben O’nu hatırlıyorum. Bu günde gene öyledir. Benim bildiğim Türkiye’de, benim muhitimde, Mustafa Kemal’i sevmeyen yoktur.”
Cornelius BISCHOFF
Alman Edebiyatçı
“Türkiye’deki yörükler arasında yaşarken, beni çok duygulandıran bir gözlemim oldu: Yaşlı bir yörüğün, “Ben Atatürk’ün elini öptüm!” derken sergilediği Atatürk tasarımı, O’nun elini öpmekle bir nişan almış gibi övünüşü. Bu, sıradan insanların Atatürk’ün verdiği mesaja ne denli açık ve duyarlı olduğunun bir kanıtıdır...
“Bir de baktım ki Atatürk, Türk adetlerinin en güzellerini yeniden yürürlüğe kokuyordu. Bu önemlidir; çünkü bir dehası yüzlerce yıl süregider ve günümüzde de kendini gösterir.”
“Gerçek diktatörleri gördük. Hepsi, çok büyük yıkımlara yol açıp ortadan kalktılar. Mussolini, Hitler, Stalin...Oysa Atatürk, yaşayan bir eser kurdu. Bu, Atatürk’ü asla diktatörlere benzetmemek gereğinin kanıtıdır.”
Prof. Dr. Jean Paul Roux
Fransız Dilbilimci ve Tarihçi
“Atatürk insanlık tarihinin kaydettiği zafer taklarının altından, asıl olarak bütün zamanların en büyük komutanlarından biri özelliği ile değil, bir ulusu bağımsızlığına kavuşturup yeni, çağdaş ve gönençli bir devlet kurucusu niteliği ilede değil, asıl olarak siyaset kuramının en büyük filozaflarından biri olarak geçmiştir. Atatürk, insanlığın geleceği için geniş olanaklar içeren bir siyasal plan katkısında bulunmuştur. Ortaya attığından tümüyle devrimci nitelik taşıyan bir düzen; ekonominin yönetiminde temel sorumluluğu devlete veren ve devleti, zorunlu ve yararlı olduğu ölçüde ekonomiye karıştıran, ama onun ötesine de geçirtmeyen, ekonomik ve toplumsal nitelikte bir siyasal düzen; ve yöneticilerini seçmekte, kendi düşüncelerini benimsemekle, vicdanı inançlarında tam anlamıyla özgür olan ve seçim hakkına sahip bulunan bir ulus yarattı.”
Prof. Dr. Jarge Blanco Villalta 1930-1935 yılları arasında Türkiye’de Arjantin’i temsil etmiş. (Diplomat)
“Atatürk sayesinde Türkler kişisel hayatlarında birçok özgürlüğe sahip olmuşlardır. Bu özgürlük halk tarafından, bireyler tarafından takdir ediliyor.
“Atatürk devrimleri Türkiye’de herkesin yaşantısını birçok açıdan etkiliyor. En temel olarak milli egemenlik ve Türkiye’nin bağımsızlığı. İstiklal Savaşı ve Atatürk’ün liderliği olmasaydı Türkiye bağımsız bir ülke olmayacaktı. En temel etkisi bundan kaynaklanıyor. Ama bundan sonra birçok etkisi daha var. Mesela ekonomik kalkınma ve ekonomik hamle. İkincisi laiklik, hukuk reformu ve geleneksel Ortadoğu toplumlarından ayrılıp modern bir topluma yönelmesi. Bu süreç 60-70 seneden beri devam eden bir süreçtir. Ama Atatürk’ü kritik bir rolü var. O olmasaydı bu kadar başarılı olmazdı.”
“Cumhuriyet kurulduktan ve İstiklal Savaşı sona erdikten sonra Atatürk herkes tarafından alkışlanıyordu. Atatürk’e karşı çıkan kimse yoktu o tarihlerde. Sonra bazı çevrelerde Atatürk’ü eleştirmek moda oldu. Ama bence eleştirenler Atatürk’ün yaptıklarını ve başardıklarını iyi bilen kişiler değil...Atatürk sıradan bir adam değildi. O gerçekten bir dehaydı. O dehanın bir dinamizmi vardı, değişik yanı vardı. O dönemden beri sağ olanlar Atatürk’ün sıradan adamlardan daha farklı olduğunu kabul ediyordu. Deha kavramını biz ender olarak kullanıyoruz. Bu kavramın kökünü bilmeliyiz. Atatürk tarihin dehalarından biriydi.
David BARCHARD
Gazeteci
Kaynak:
Özer OZANKAYA-Dünya Düşünleri Gözüyle ATATÜRK ve CUMHURİYETİ
M. Kemal ATATÜRK
“Çünkü sağcısından solcusuna, 20. yüzyılın büyük devrimci liderlerinden pek büyük bölümünün başarısızlığa uğradığını, kimisinin yıkımla sonuçlandığını; rejimlerin devrildiğini, ilke ve programlarının nefret içinde terk edildiğini görüyoruz. Buna karşılık Atatürk bakımından bunların hiçbirinin söz konusu olmadığını görüyoruz. Tam tersine ölümünden sonraki ilk zaferi, yerine geçecek kişinin kurduğu düzene uygun biçimde belirlenmesi oldu. Bu gerçekleştirilmesi kolay bir şey değil. Devrimle kurulmuş rejimlere bakıldığında, iktidardaki kişinin yerinin, başkaldıran yöneticiler, sadık kalmayan subaylar, sabırsız iktidar düşkünlerince doldurulduğu görülür. Oysa Atatürk öldüğünde, yerine geçecek yeni önderin, sakin huzurlu ve düzene uygun bir biçimde belirlendiğini gördük...
Atatürk yalnız Türkiye’nin değil, aynı zamanda Türklerin’de özgürlüğünü amaçlıyordu. Bence O’nunla yüzyılımızın bütün öteki devrimcileri arasındaki en temel fark burada yatmaktadır...”
Prof. Dr. Bernard LEWIS
Tarihçi
ABD Princeton Üniversiteis Öğretim Üyesi
“Atatürk hem geçmişin uygarlık tohumlarını bulup değerlendirdi, hem de geçmişin zincirleri
ni koparmayı başardı.”
“Bence Atatürk, bir “Dünya insanı” kimliği
ile uygarlığın 21. yüzyıla ulaşacak yeni modelini başlatmıştır.”
“Atatürk, şiddetin yaygın olduğu bir dönemde geldi. Bu dönemde, ülkeler ve haklar birbirine karşı silah kullanıyordu. “Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesinin savunulması, yeni bir uygarlık çekimi örneğini (paradigma) oluşturdu ve bugün 20. yüzyılın sonu 21. yüzyılın eşiğinde bu düşünce gerçek genişlemesini buluyor.”
“Atatürk tercihlerinde ve anlatmalarında Batılı politikacıların yabancıdan korkma duygusunu (ksenofobi), güç kullanmadan aşma modelini verebilmiştir. Atatürk’ün Moskova’ya yönelmesi yolundaki iddialar doğru değildir. Atatürk Moskova’ya yönelmedi. Dünya’da bağımsız ve yeni ilişki modellerinin uygulamaya konulmasına yönelmişti.
Prof. Dr. Vitali ŞEREMET
Tarihçi
Rusya Bilimler Akademisi
Doğu Araştırması Bölümü Öğrt. Üyesi
“Cumhuriyetin bilim ve eğitime verdiği önem, eğitimin insanları özgürleştireceğini düşünmesi çok büyük değer taşır. Hiç kuşkum yok ki, zaman içinde ülkenin geleceğini özgür bireyler belirleyecekti.
“İslamın demokrasiyle bağdaşmadığı kanısında değilim. Bütün sorun, islamı kimin yorumladığına bağlıdır. Eğer Afganistan’da ki gibi Talibanlar İslamı yorumluyorsa, islamın demokrasiyle, kadınların özgürleşmesi vb. ile bağdaşmasına olanak yoktur. Bu geriye dönük bir rejimdir. Ama benim araştırmalarıma göre, Türkiye Cumhuriyeti’nde rejim laik olmakla beraber İslama karşı değildir. Günümüzde İslamcı hareket denilen yönden bir tehlike geldiği, ülkenin geriye götürüleceği kanısı var. Ama bence buna artık olanak yoktur...
“Kemalist ekonomi politikası çok daha ileriye bakan, uzun süreli düşünen, kısa dönemde kar elde etmeye çok önem vermeyen bir politikaydı. Bu nedenle de çok büyük bir başarı elde etti.”
Kemalistler yeni “Türk”ü, yeni dilleriyle birlikte yarattı. Bence rejim için izlenecek mantıki yol da buydu.”
Prof. Dr. Feroz AHMAD
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihçisi
ABD Massachussetts Üniversitesi Öğretim Üyesi
“Mustafa Kemal’in beni en çok ilgilendiren yanı, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğmuş, Osmanlı İmrapatorluğu içinde yetişmiş olmasına karşın, yepyeni bir kuruluş düşünmüş olmasıydı. Bu neye benzer biliyormusunuz? Fizikçiler Newton’dan sonra hep Newton’un düşüncelerini devam ettirdiler. O’ndan sonra bir gün bir Einstein geliyor bu sefer bütün o çalışmalar değişiyor, yepyenileşiyor. Ben Atatürk’ü buna bezetiyorum. Çünkü kendisi Osmanlı İmparatorluğu kültüründen türemiş bir insan. Ama kafasında yepyeni bir demokrasi düşüncesi, parlamento düşüncesi var. Bence Atatürk’ün dehalığı buradadır yepyeni bir şey yaratması.
Bence becermiştir de. Çünkü halk O’nu seviyordu. Ben O’nu hatırlıyorum. Bu günde gene öyledir. Benim bildiğim Türkiye’de, benim muhitimde, Mustafa Kemal’i sevmeyen yoktur.”
Cornelius BISCHOFF
Alman Edebiyatçı
“Türkiye’deki yörükler arasında yaşarken, beni çok duygulandıran bir gözlemim oldu: Yaşlı bir yörüğün, “Ben Atatürk’ün elini öptüm!” derken sergilediği Atatürk tasarımı, O’nun elini öpmekle bir nişan almış gibi övünüşü. Bu, sıradan insanların Atatürk’ün verdiği mesaja ne denli açık ve duyarlı olduğunun bir kanıtıdır...
“Bir de baktım ki Atatürk, Türk adetlerinin en güzellerini yeniden yürürlüğe kokuyordu. Bu önemlidir; çünkü bir dehası yüzlerce yıl süregider ve günümüzde de kendini gösterir.”
“Gerçek diktatörleri gördük. Hepsi, çok büyük yıkımlara yol açıp ortadan kalktılar. Mussolini, Hitler, Stalin...Oysa Atatürk, yaşayan bir eser kurdu. Bu, Atatürk’ü asla diktatörlere benzetmemek gereğinin kanıtıdır.”
Prof. Dr. Jean Paul Roux
Fransız Dilbilimci ve Tarihçi
“Atatürk insanlık tarihinin kaydettiği zafer taklarının altından, asıl olarak bütün zamanların en büyük komutanlarından biri özelliği ile değil, bir ulusu bağımsızlığına kavuşturup yeni, çağdaş ve gönençli bir devlet kurucusu niteliği ilede değil, asıl olarak siyaset kuramının en büyük filozaflarından biri olarak geçmiştir. Atatürk, insanlığın geleceği için geniş olanaklar içeren bir siyasal plan katkısında bulunmuştur. Ortaya attığından tümüyle devrimci nitelik taşıyan bir düzen; ekonominin yönetiminde temel sorumluluğu devlete veren ve devleti, zorunlu ve yararlı olduğu ölçüde ekonomiye karıştıran, ama onun ötesine de geçirtmeyen, ekonomik ve toplumsal nitelikte bir siyasal düzen; ve yöneticilerini seçmekte, kendi düşüncelerini benimsemekle, vicdanı inançlarında tam anlamıyla özgür olan ve seçim hakkına sahip bulunan bir ulus yarattı.”
Prof. Dr. Jarge Blanco Villalta 1930-1935 yılları arasında Türkiye’de Arjantin’i temsil etmiş. (Diplomat)
“Atatürk sayesinde Türkler kişisel hayatlarında birçok özgürlüğe sahip olmuşlardır. Bu özgürlük halk tarafından, bireyler tarafından takdir ediliyor.
“Atatürk devrimleri Türkiye’de herkesin yaşantısını birçok açıdan etkiliyor. En temel olarak milli egemenlik ve Türkiye’nin bağımsızlığı. İstiklal Savaşı ve Atatürk’ün liderliği olmasaydı Türkiye bağımsız bir ülke olmayacaktı. En temel etkisi bundan kaynaklanıyor. Ama bundan sonra birçok etkisi daha var. Mesela ekonomik kalkınma ve ekonomik hamle. İkincisi laiklik, hukuk reformu ve geleneksel Ortadoğu toplumlarından ayrılıp modern bir topluma yönelmesi. Bu süreç 60-70 seneden beri devam eden bir süreçtir. Ama Atatürk’ü kritik bir rolü var. O olmasaydı bu kadar başarılı olmazdı.”
“Cumhuriyet kurulduktan ve İstiklal Savaşı sona erdikten sonra Atatürk herkes tarafından alkışlanıyordu. Atatürk’e karşı çıkan kimse yoktu o tarihlerde. Sonra bazı çevrelerde Atatürk’ü eleştirmek moda oldu. Ama bence eleştirenler Atatürk’ün yaptıklarını ve başardıklarını iyi bilen kişiler değil...Atatürk sıradan bir adam değildi. O gerçekten bir dehaydı. O dehanın bir dinamizmi vardı, değişik yanı vardı. O dönemden beri sağ olanlar Atatürk’ün sıradan adamlardan daha farklı olduğunu kabul ediyordu. Deha kavramını biz ender olarak kullanıyoruz. Bu kavramın kökünü bilmeliyiz. Atatürk tarihin dehalarından biriydi.
David BARCHARD
Gazeteci
Kaynak:
Özer OZANKAYA-Dünya Düşünleri Gözüyle ATATÜRK ve CUMHURİYETİ
KURTULUŞ SAVAŞI'NDA DİN ADAMLARI
“Evet din lüzumlu bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din Allahla kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi çıkar temin eden kimseler, menfur kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.”
Atatürk (Temmuz 1932)
Mustafa Kemal Atatürk’e din karşıtı ve dinsiz diyenler yukardaki sözünü sindirerek tekrar tekrar okumalıdır. Din de en büyük günahlardan birisi iftiradır. Unutulmamalı.
Büyük önder, inançlara, dine ve gerçek din adamlarına gereken önemi vermiş ve saygı göstermiştir. Dili de Dininide Arabizmin etkisinden kurtarmaya çalışmış, hiçbir zaman hiç kimsenin yapamadığını yaparak tarihte ilk defa devlet eliyle Kur’an’nın meal ve Tefsirin yaptırmış, Türk halkının anlamasını sağlamış, Dinde “öze dönüşü” gerçekleştirmiştir. Karşı olduğu din adına kutsal değerleri sömüren, insanları kandıran ve çıkarlarını düşünen softalardır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda gerçek din adamlarının katkısı büyük olduğu gibi, din aktörlerinin ve softaların zararlarıda o kadar büyük olmuştur. Örnek mi? İngiliz sevenler derneği üyesi Sait Molla, Mustafa Sabri, Konyalı Zeynel Abidin Atatürk ve arkadaşları için ölüm fetvasını (İstanbul) veren, ismine Seyyid kelimesini de eklemekten kaçınmayan Dürrizade El-Seyid Abdullah ve daha niceleri...
Buna karşılık Ankara fetvasını hazırlayan Ankara Müftüsü Hoca Rifat (Börekçi) ve yirmi arkadaşı ile 153 il ve ilçe müftü ve din adamlarının imzaladığı Ankara fetvası. Birbirinin zıddı iki fetva. İşte gerçek din adamı farkı. Öyle bir Müftü ki Rifat Efendi, kendisi ve eşi Samiye Hanım için ayırdığı “cenaze parasını” kurtuluşta harcamak için Mustafa Kemal’e vermiştir. Aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de Başkanı olan Müftüye 24 Nisan 1920’de Padişahın iradesiyle işten el çektirildi. “Kuva-yı Milliye adı altında çıkarılan fitne ve fesadın hazırlayıcısı ve teşvikçilerinden olduğu” iddiasıyla 4. Örf Divan-ı Harbince ölüme mahkum edildi. Sultan Vahdettin tarafından 15 Haziran 1920’de tasdik edildi. (1)
“Yüzyıllardır bir din adamı için bir Osmanlı Padişahı ve İslam Dünyası Halifesi’nin verdiği ölüm fermanı idi. Mehmet Rifat Efendi de hakkında böyle ağır karar alınan ilk ve son müftü oluyordu.”(2)
Müftü Mehmet Rifat Efendi Ankara hükümetince yerinde bırakılmış ve ölümüne kadar Diyanet işleri Başkanlığı yapmış örnek bir din adamıdır.
İzmir Valisi Kambur İzzet’in Yunan işgaline karşı çıkmaması emri üzerine “Vali Bey...bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sukunetle selamlamış olmanın karasını sürerek huzuru ilahiye çıkamam” diyen ve toplantıyı terk eden İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi(3)
Denizli’de ilk direniş örgütünü kuran ve ilk fetvayı veren Müftü Ahmet Hulusi Efendi “Muhterem Denizliler! Bu gün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir. Müftünüz olarak Cihad-ı Mukaddes Fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum...Elinizde silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka eylemde bulununuz...”(4)
“Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir. Kazanız mübarek olsun” diyen ve İngiliz Intellicens servisince hakkında rapor düzenlenen Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi. Raporda: “Tahkikat Komisyonlarımızın beldesine girmesini istemeyen ve icap ederse, halkın silahlandırılarak üzerimize saldırtacağı haberini gönderip mümessillerimizi kabul etmeyen sarıklılardan birisin.”
Ne yazık ki utkuyu görememiş 1921 yılında zatürreye yakalanarak vefat etmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’yı tanıdıktan sonra halka “Bu Paşa, başka paşa, Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil diyen Abdurrahman Kamil Efendi.
Mustafa Kemal’in “Baba bu işte muvaffak olmakta var, olmamak da var. İnşallah muvaffak olacağız. Eğer olmazsak bizi asarlar, kelle gider ne dersin?” sorusun üzerine
“Oğul, senki genç yaşta başını vatan ve millet uğruna feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelleyi de koy senin uğruna feda olsun” (5-6)
Yine Mustafa Kemal Paşa’nın halkı aydınlatmak üzere bir konuşma yapmak için gönderdi pusulayı öpen “Başım gözüm üstüne” diyerek bu güne dahi örnek olacak şu konuşmayı yapmıştır.
“Muhterem Evlatlarım! Türk Milletinin, Türk hakimiyetinin artık hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Madem ki, milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür, artık bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren Padişah olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahsın ve makamın hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çare-i halas halkımızın doğru olan doğruya, hakimiyetini eline alması ve iradesini kullanmasıdır.”
13 Haziran 1919 Cum günü Sultan Beyazıt camiinde yapılan bu konuşma halkı coşturmuş ve bağımsızlık savaşı için kenetlenmiştir.(7)
Denizli-Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi:
“İzmir’in kafir Yunanlılar tarafından işgal edildiğini, bu kafirlerin bulunduğu yerde namaz kılınamayacağını ve kılmasının caiz olmadığını bildirerek düşmana karşı konmasını istemiştir.”
Denizli-Çal Müftüsü Ahmet İzzet (Çalgüner) Efendi: “Çöken Saray Saltanatının yerine milletin kalbindeki iman nuru bir kat daha parlamıştır...(8)
Bozöyüklü Hacı Süleyman Efendi, “Yalnız Yunanlılarla kalsak kolay, fakat mültefikleri de var ne kuvvetli” diyen Çine Müftüsüne “Hoca! İngiliz, Fransız kim olursa olsun memleketimizi kurtarmaya çalaşcağız. İcap ederse hepimiz şerefimizle öleceğiz.(9)
Özbek Tekkesi ve Şeyhi Ata Efendinin Kurtuluş Savaşı’na katkıları büyük olmuştur. İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane kaçırdığı gibi, Kurtuluş Savaşı’nın lider kadrosunda yer alacak İsmet Paşa, Fevzi Paşa Halide Edip Adıvar eşi Adnan Adıvar, Mehmet Akif ve daha birçok kişinin Anadolu’ya geçmesini sağlamıştır.(10)
Milli Mücadeleye tüm kalbiyle inanmış gerçek bir din adamı Cemal hocayı’da anmak gerekiyor. İşgal kuvvetlerinin Maçka Silahhanesinden ölüyü alacağını söyleyerek tabutla girmiş, tabuta silah doldurarak çıkmış, silahları Ulusal güçlere vermiştir.(11)
Erzurum, Sivas, Balıkesir, Alaşehir Kongrelerine katılanların bir kısmı, müftü ve müderrislerden oluşmuştur. “Demiray” ve “Çelikalay” ları hazırlayanlar ve bunlar gibi yüzlercesi...Hacıbektaşta Çelebi Mehmet Efendi ve Hacı Bektaş Dede Pontus vekili Niyazi Salih Baba ile görüşen Atatürk onların tam desteğini almıştır.(12)
Ulusal Mücadele sırasında belli başlı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin sayısı 47’dir. Bu cemiyetlerin yönetimindeki din adamı sayısı 84’dür. 16 tanesinin başkanı din adamıdır. Bu cemiyetlere başkan olan din adamları şunlardır.
1- Ankara : Müftü Rifat Efendi (Börekçi)
2- Afyon : “ Sait Efendi
3- Amasya: “ Hacı Tevfik Efendi
4- Bilecik : “ Mehmet Şükrü Efendi
5- Bolu: Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı E fendi.
6- Çankırı : Müftü Bakizade Ata Efendi
7- Denizli : Müftü Ahmet Hulusi Efendi
8- Erzurum : Hoca Raif Efendi
9- Nakkacı : Müftü Ziyaeddin Efendi
10- İsparta : Şeyh Ali Efendi
11- Kırşehir : Müftü Halil Hilmi Efendi
12- Konya : Ali Kemali Efendi
13- Sivas : Müftü Abdurrauf Efendi
14- Van : Müftü Şeyh Masum Efendi
15- Yozgat : Müftü Mehmet Hulusi Efendi
16- Zonguldak : Müftü İbrahim Efendi (13)
Dün olduğu gibi günümüzde de ülkemizi bölmeye, kardeşi kardeşe düşman etmeye, Sevr’i geri getirmeğe çalışanlar vardır. Türk halkı her zaman olduğu gibi bütünlük içinde hareket edecek ve ülkeyi böldürmeyecektir.
Ata’sının çizdiği yolda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşacaktır, ulaşmalıdır.
Fatih Rıfkı Atay Çankaya
Kazım Özalp-Milli Mücadele
Mahmut Goloğlu-Erzurum Kongresi
Mazhar Müfit Kansu-Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le Beraber.
Kaynaklar:
1- Ali Sarıkoyuncu-Milli Mücadelede Din Adamları
2- Cemal Kutay-Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi
Mimarları
3- Ali Sarıkoyuncu-Yunan Megola İdeası
4- Sadi Borak-Atatürk’ün Özel Mektupları-Atatürk ve Din
5- Hüseyin Menç-Milli Mücadelede ilk kıvılcım
7- Nafiz Yetkin-Hatıralarım
8-9- Orhan Vural-İstiklal Savaşında Müft. Hizmetleri
10-11-13- Sinan Meydanı Atatürk ile Allah arasında
12- Baki Öz - Kurtuluş Savaşında Alevi ve Bektaşiler.
Atatürk (Temmuz 1932)
Mustafa Kemal Atatürk’e din karşıtı ve dinsiz diyenler yukardaki sözünü sindirerek tekrar tekrar okumalıdır. Din de en büyük günahlardan birisi iftiradır. Unutulmamalı.
Büyük önder, inançlara, dine ve gerçek din adamlarına gereken önemi vermiş ve saygı göstermiştir. Dili de Dininide Arabizmin etkisinden kurtarmaya çalışmış, hiçbir zaman hiç kimsenin yapamadığını yaparak tarihte ilk defa devlet eliyle Kur’an’nın meal ve Tefsirin yaptırmış, Türk halkının anlamasını sağlamış, Dinde “öze dönüşü” gerçekleştirmiştir. Karşı olduğu din adına kutsal değerleri sömüren, insanları kandıran ve çıkarlarını düşünen softalardır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda gerçek din adamlarının katkısı büyük olduğu gibi, din aktörlerinin ve softaların zararlarıda o kadar büyük olmuştur. Örnek mi? İngiliz sevenler derneği üyesi Sait Molla, Mustafa Sabri, Konyalı Zeynel Abidin Atatürk ve arkadaşları için ölüm fetvasını (İstanbul) veren, ismine Seyyid kelimesini de eklemekten kaçınmayan Dürrizade El-Seyid Abdullah ve daha niceleri...
Buna karşılık Ankara fetvasını hazırlayan Ankara Müftüsü Hoca Rifat (Börekçi) ve yirmi arkadaşı ile 153 il ve ilçe müftü ve din adamlarının imzaladığı Ankara fetvası. Birbirinin zıddı iki fetva. İşte gerçek din adamı farkı. Öyle bir Müftü ki Rifat Efendi, kendisi ve eşi Samiye Hanım için ayırdığı “cenaze parasını” kurtuluşta harcamak için Mustafa Kemal’e vermiştir. Aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de Başkanı olan Müftüye 24 Nisan 1920’de Padişahın iradesiyle işten el çektirildi. “Kuva-yı Milliye adı altında çıkarılan fitne ve fesadın hazırlayıcısı ve teşvikçilerinden olduğu” iddiasıyla 4. Örf Divan-ı Harbince ölüme mahkum edildi. Sultan Vahdettin tarafından 15 Haziran 1920’de tasdik edildi. (1)
“Yüzyıllardır bir din adamı için bir Osmanlı Padişahı ve İslam Dünyası Halifesi’nin verdiği ölüm fermanı idi. Mehmet Rifat Efendi de hakkında böyle ağır karar alınan ilk ve son müftü oluyordu.”(2)
Müftü Mehmet Rifat Efendi Ankara hükümetince yerinde bırakılmış ve ölümüne kadar Diyanet işleri Başkanlığı yapmış örnek bir din adamıdır.
İzmir Valisi Kambur İzzet’in Yunan işgaline karşı çıkmaması emri üzerine “Vali Bey...bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sukunetle selamlamış olmanın karasını sürerek huzuru ilahiye çıkamam” diyen ve toplantıyı terk eden İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi(3)
Denizli’de ilk direniş örgütünü kuran ve ilk fetvayı veren Müftü Ahmet Hulusi Efendi “Muhterem Denizliler! Bu gün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir. Müftünüz olarak Cihad-ı Mukaddes Fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum...Elinizde silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka eylemde bulununuz...”(4)
“Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir. Kazanız mübarek olsun” diyen ve İngiliz Intellicens servisince hakkında rapor düzenlenen Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi. Raporda: “Tahkikat Komisyonlarımızın beldesine girmesini istemeyen ve icap ederse, halkın silahlandırılarak üzerimize saldırtacağı haberini gönderip mümessillerimizi kabul etmeyen sarıklılardan birisin.”
Ne yazık ki utkuyu görememiş 1921 yılında zatürreye yakalanarak vefat etmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’yı tanıdıktan sonra halka “Bu Paşa, başka paşa, Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil diyen Abdurrahman Kamil Efendi.
Mustafa Kemal’in “Baba bu işte muvaffak olmakta var, olmamak da var. İnşallah muvaffak olacağız. Eğer olmazsak bizi asarlar, kelle gider ne dersin?” sorusun üzerine
“Oğul, senki genç yaşta başını vatan ve millet uğruna feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelleyi de koy senin uğruna feda olsun” (5-6)
Yine Mustafa Kemal Paşa’nın halkı aydınlatmak üzere bir konuşma yapmak için gönderdi pusulayı öpen “Başım gözüm üstüne” diyerek bu güne dahi örnek olacak şu konuşmayı yapmıştır.
“Muhterem Evlatlarım! Türk Milletinin, Türk hakimiyetinin artık hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Madem ki, milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür, artık bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren Padişah olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahsın ve makamın hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çare-i halas halkımızın doğru olan doğruya, hakimiyetini eline alması ve iradesini kullanmasıdır.”
13 Haziran 1919 Cum günü Sultan Beyazıt camiinde yapılan bu konuşma halkı coşturmuş ve bağımsızlık savaşı için kenetlenmiştir.(7)
Denizli-Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi:
“İzmir’in kafir Yunanlılar tarafından işgal edildiğini, bu kafirlerin bulunduğu yerde namaz kılınamayacağını ve kılmasının caiz olmadığını bildirerek düşmana karşı konmasını istemiştir.”
Denizli-Çal Müftüsü Ahmet İzzet (Çalgüner) Efendi: “Çöken Saray Saltanatının yerine milletin kalbindeki iman nuru bir kat daha parlamıştır...(8)
Bozöyüklü Hacı Süleyman Efendi, “Yalnız Yunanlılarla kalsak kolay, fakat mültefikleri de var ne kuvvetli” diyen Çine Müftüsüne “Hoca! İngiliz, Fransız kim olursa olsun memleketimizi kurtarmaya çalaşcağız. İcap ederse hepimiz şerefimizle öleceğiz.(9)
Özbek Tekkesi ve Şeyhi Ata Efendinin Kurtuluş Savaşı’na katkıları büyük olmuştur. İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane kaçırdığı gibi, Kurtuluş Savaşı’nın lider kadrosunda yer alacak İsmet Paşa, Fevzi Paşa Halide Edip Adıvar eşi Adnan Adıvar, Mehmet Akif ve daha birçok kişinin Anadolu’ya geçmesini sağlamıştır.(10)
Milli Mücadeleye tüm kalbiyle inanmış gerçek bir din adamı Cemal hocayı’da anmak gerekiyor. İşgal kuvvetlerinin Maçka Silahhanesinden ölüyü alacağını söyleyerek tabutla girmiş, tabuta silah doldurarak çıkmış, silahları Ulusal güçlere vermiştir.(11)
Erzurum, Sivas, Balıkesir, Alaşehir Kongrelerine katılanların bir kısmı, müftü ve müderrislerden oluşmuştur. “Demiray” ve “Çelikalay” ları hazırlayanlar ve bunlar gibi yüzlercesi...Hacıbektaşta Çelebi Mehmet Efendi ve Hacı Bektaş Dede Pontus vekili Niyazi Salih Baba ile görüşen Atatürk onların tam desteğini almıştır.(12)
Ulusal Mücadele sırasında belli başlı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin sayısı 47’dir. Bu cemiyetlerin yönetimindeki din adamı sayısı 84’dür. 16 tanesinin başkanı din adamıdır. Bu cemiyetlere başkan olan din adamları şunlardır.
1- Ankara : Müftü Rifat Efendi (Börekçi)
2- Afyon : “ Sait Efendi
3- Amasya: “ Hacı Tevfik Efendi
4- Bilecik : “ Mehmet Şükrü Efendi
5- Bolu: Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı E fendi.
6- Çankırı : Müftü Bakizade Ata Efendi
7- Denizli : Müftü Ahmet Hulusi Efendi
8- Erzurum : Hoca Raif Efendi
9- Nakkacı : Müftü Ziyaeddin Efendi
10- İsparta : Şeyh Ali Efendi
11- Kırşehir : Müftü Halil Hilmi Efendi
12- Konya : Ali Kemali Efendi
13- Sivas : Müftü Abdurrauf Efendi
14- Van : Müftü Şeyh Masum Efendi
15- Yozgat : Müftü Mehmet Hulusi Efendi
16- Zonguldak : Müftü İbrahim Efendi (13)
Dün olduğu gibi günümüzde de ülkemizi bölmeye, kardeşi kardeşe düşman etmeye, Sevr’i geri getirmeğe çalışanlar vardır. Türk halkı her zaman olduğu gibi bütünlük içinde hareket edecek ve ülkeyi böldürmeyecektir.
Ata’sının çizdiği yolda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşacaktır, ulaşmalıdır.
Fatih Rıfkı Atay Çankaya
Kazım Özalp-Milli Mücadele
Mahmut Goloğlu-Erzurum Kongresi
Mazhar Müfit Kansu-Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le Beraber.
Kaynaklar:
1- Ali Sarıkoyuncu-Milli Mücadelede Din Adamları
2- Cemal Kutay-Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi
Mimarları
3- Ali Sarıkoyuncu-Yunan Megola İdeası
4- Sadi Borak-Atatürk’ün Özel Mektupları-Atatürk ve Din
5- Hüseyin Menç-Milli Mücadelede ilk kıvılcım
7- Nafiz Yetkin-Hatıralarım
8-9- Orhan Vural-İstiklal Savaşında Müft. Hizmetleri
10-11-13- Sinan Meydanı Atatürk ile Allah arasında
12- Baki Öz - Kurtuluş Savaşında Alevi ve Bektaşiler.
ATATÜRK VE TÜRKLÜK
Bu memleket, dünyanın beklemedigi, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik en aşağı, bir türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı: beşiğin içindeki çoçuk tabihatın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlar alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiatın çocuğu tabiat oldu; Şimşek, Yıldırım, Güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur: Yıldırımdır, Kasırgadır, Dünyayı Aydınlatan Güneştir.
ATATÜRK
ZAFERİN DEĞERİ
Yıllar sonra bir ressam, Mustafa kemal’e sakarya savaşını gösteren bir tablo hediye etti. Kendisi, ön planda, yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak görünüyordu. Ressam, tebrik beklerken, birdenbire Mustafa kemal’in “Bu tabloyu kimseye göstermeyin.” demesi üzerine şaşırıp kaldı. Kimse ne söyleyecegini bilmiyordu. Mustafa Kemal açıkladı: “Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri, bir kemikten ibaretti, bizim de onlardan arta kalır yerimiz yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atları da savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle Sakarya’nın değerini küçülmüş oluyorsunuz dostum.”
(Behçet Kemal Çağlar) Atatürk Denizinden damlalar SA:193
YENMEYEN TAVUK
O gün Duatepe’de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşlarıyla kutluyorduk. Kolordu Kur başkanı Hayrulluh (Fişek), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile, dört beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu. Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemiştir. Fevzi Paşa, İsmet Paşa ben, Kazım Bey sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah bey (Fişek), Tevfik bey (Bıyıkoğlu),Salih bey, (Omurtak), Muzaffer bey (Kılıç), Salih bey (Bozak) biraz uzaktaydılar. Atatürk Kazım bey’e dönerek:
- Erlere yiyecek ne verebildiniz? dedi. Kazım bey şaşırdı, durakladı, kurmaybaşkanına dönerek:
- Hayrullah bey, erlere ne verebildik? Diye sordu.
- Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık...
Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü, biz de onu takip ettik, diğer arkadaşlar da ne tavuk ne de bir dilim ekmeğe el sürebilmişti.O akşam hepimiz aç yattık. Çok iyi hatırlarım, birkaç gün evvel Çaldağ bölgesinde yaver Muzaffer Bey başkumundana Fevzi Paşaya ancak bir tek yumurta bulabilmişti. Düşman tarlaları köyleri yakmış, bir sefalet ve yokluk bölgeyi kasıp kavurmuştu.
İhsan Ilgar (Asım Gündüz’ün Hatıraları S:83-84)
BAYRAK, BİR MİLLETİN İSTİKLAL ALAMETİDİR“YUNAN BAYRAGINI
YERDEN KALDIRINIZ”
30 Ağustos 1922 günü sabahı. Başkumandan Mustafa Kemal cephede dolaşırken binlerce insan ve hayvan cesedi, karşısında duygulamış, şunları söylemiştir:
-Bu feci manzara bütün insanlığı utandırabilir. Ama bu, meşru bir vatan müdafaasının tabif bir neticesidir. Fakat türkler başka milletlerin vatanında aynı şeyi yapmayacaklardır. Bizi mecbur ettiler.
Yerde yatan bir Yunan bayrağını kaldırmalarını işaret ettikten sonra:
-Bayrak, dedi: bir milletin istiklal alametidir. Düşmanın da olsa hürmet etmek lazımdır.
“BİR GÜN YANILMIŞIM”
“Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emrine ve büyük taarruz hazırlıklarına takaddüm eden günlerdeyiz.
Şimdi sayın Falif Rıfkıyı dinliyeyim:
“Mustafa Kemal Keçiörende yakın adamlarıyla Ankarada son gecesini geçirdi. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanındakilere:
Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci gün izmirdeyiz.
Demişti. Acaba içkinin tesiri miydi? Arkasından hafifçe gülüştüler bile...
İzmirden dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce:
- Bir gün yanılmışım.
Dedi.
Falih Rıfkı Atay
Bir Ulusal Kurtuluş Savaşı ki, Dünya tarihinde eşi ve benzeri yoktur.Birinci paylaşım savaşı’nın mağrur galipleri yeni devlet kurma sevdasına düşenler iç odaklarla çok cephede savaş verilmiş ve kazanılmıştır. Aç, susuz, uykusuz aç dolu yıllar. Türk ulusu tüm yokluklara rağmen emperyalizmi, yere sermiş, bağımsızlığına kavuşmuş ve ezilen bütün uluslara örnek olmuştur.
Binlerce şehidin kanıyla kurulmuş Üniter ve Ulus Devlet sonsuza dek yaşayacaktır.
Şehitlerimiz nur içinde yatsınlar.
Zafer Bayramı kutlu olsun.
Kaynak: Avni Altıner - Her Yönüyle Atatürk
Türk budur: Yıldırımdır, Kasırgadır, Dünyayı Aydınlatan Güneştir.
ATATÜRK
ZAFERİN DEĞERİ
Yıllar sonra bir ressam, Mustafa kemal’e sakarya savaşını gösteren bir tablo hediye etti. Kendisi, ön planda, yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak görünüyordu. Ressam, tebrik beklerken, birdenbire Mustafa kemal’in “Bu tabloyu kimseye göstermeyin.” demesi üzerine şaşırıp kaldı. Kimse ne söyleyecegini bilmiyordu. Mustafa Kemal açıkladı: “Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri, bir kemikten ibaretti, bizim de onlardan arta kalır yerimiz yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atları da savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle Sakarya’nın değerini küçülmüş oluyorsunuz dostum.”
(Behçet Kemal Çağlar) Atatürk Denizinden damlalar SA:193
YENMEYEN TAVUK
O gün Duatepe’de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşlarıyla kutluyorduk. Kolordu Kur başkanı Hayrulluh (Fişek), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile, dört beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu. Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemiştir. Fevzi Paşa, İsmet Paşa ben, Kazım Bey sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah bey (Fişek), Tevfik bey (Bıyıkoğlu),Salih bey, (Omurtak), Muzaffer bey (Kılıç), Salih bey (Bozak) biraz uzaktaydılar. Atatürk Kazım bey’e dönerek:
- Erlere yiyecek ne verebildiniz? dedi. Kazım bey şaşırdı, durakladı, kurmaybaşkanına dönerek:
- Hayrullah bey, erlere ne verebildik? Diye sordu.
- Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık...
Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü, biz de onu takip ettik, diğer arkadaşlar da ne tavuk ne de bir dilim ekmeğe el sürebilmişti.O akşam hepimiz aç yattık. Çok iyi hatırlarım, birkaç gün evvel Çaldağ bölgesinde yaver Muzaffer Bey başkumundana Fevzi Paşaya ancak bir tek yumurta bulabilmişti. Düşman tarlaları köyleri yakmış, bir sefalet ve yokluk bölgeyi kasıp kavurmuştu.
İhsan Ilgar (Asım Gündüz’ün Hatıraları S:83-84)
BAYRAK, BİR MİLLETİN İSTİKLAL ALAMETİDİR“YUNAN BAYRAGINI
YERDEN KALDIRINIZ”
30 Ağustos 1922 günü sabahı. Başkumandan Mustafa Kemal cephede dolaşırken binlerce insan ve hayvan cesedi, karşısında duygulamış, şunları söylemiştir:
-Bu feci manzara bütün insanlığı utandırabilir. Ama bu, meşru bir vatan müdafaasının tabif bir neticesidir. Fakat türkler başka milletlerin vatanında aynı şeyi yapmayacaklardır. Bizi mecbur ettiler.
Yerde yatan bir Yunan bayrağını kaldırmalarını işaret ettikten sonra:
-Bayrak, dedi: bir milletin istiklal alametidir. Düşmanın da olsa hürmet etmek lazımdır.
“BİR GÜN YANILMIŞIM”
“Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emrine ve büyük taarruz hazırlıklarına takaddüm eden günlerdeyiz.
Şimdi sayın Falif Rıfkıyı dinliyeyim:
“Mustafa Kemal Keçiörende yakın adamlarıyla Ankarada son gecesini geçirdi. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanındakilere:
Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci gün izmirdeyiz.
Demişti. Acaba içkinin tesiri miydi? Arkasından hafifçe gülüştüler bile...
İzmirden dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce:
- Bir gün yanılmışım.
Dedi.
Falih Rıfkı Atay
Bir Ulusal Kurtuluş Savaşı ki, Dünya tarihinde eşi ve benzeri yoktur.Birinci paylaşım savaşı’nın mağrur galipleri yeni devlet kurma sevdasına düşenler iç odaklarla çok cephede savaş verilmiş ve kazanılmıştır. Aç, susuz, uykusuz aç dolu yıllar. Türk ulusu tüm yokluklara rağmen emperyalizmi, yere sermiş, bağımsızlığına kavuşmuş ve ezilen bütün uluslara örnek olmuştur.
Binlerce şehidin kanıyla kurulmuş Üniter ve Ulus Devlet sonsuza dek yaşayacaktır.
Şehitlerimiz nur içinde yatsınlar.
Zafer Bayramı kutlu olsun.
Kaynak: Avni Altıner - Her Yönüyle Atatürk
KUR'AN'DAN AYETLER
“Bizi yanlış yola sevk eden kötü niyetliler, bilesiniz ki çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep sözleriyle aldatılmışlardır… Görürsünüz ki milleti yok eden, esir eden, harap eden kötülükler hep din görüntüsü altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıstırırlar… Oysa elhamdülillah hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız… Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygundur… Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uygun düşen bir din olmasaydı en mükemmel olmazdı, son din olmazdı”
“Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür.”
“Türk Kur'an'ın arkasından koruyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor ve bilmeden ibadet ediyor. Benim maksadım arkasından kostusu kitapta neler oldugunu Türk anlasın.”
ATATÜRK
Müddesir -11: “Kendisini tek olarak yarattığım kişiyi bana bırak.”
İslam'ın kitabı Kur'an böyle derken bazı kişilerin Yaratıcı ile yaratılan arasına girmesi bilgisizlik değil de nedir?
Al -i İmran-66: “ İşte siz öyle kimselersiniz ki! Hakkında biraz bilginiz olan şeyde tartışırsınız. Fakat bilgi sahibi olmadıgınız konularda niçin tartışıyorsunuz?”
Necm-28: “Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uymaktadırlar. Zan ize, gerçekten yana hiçbir şey ifade etmez.”
Hac-3: “İnsanların bazıları vardır ki, hiçbir ilme sahip olmadan Allah hakkında tartışıp her inatçı şeytanın arkasından gider.”
Bilmeden konuşmanın ve zannın anlamsızlığını ne kadarda güzel vurgulamaktadır.
Enfal -22: “Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.”
Furkan-44: “Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini veya akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Hatta onlar yol açısından hayvanlardan da daha aşağıdırlar.”
Yunus-100: “…Allah, murdarlık azabını akıllarını kullanmaya verir.”
Canlıların en akıllısı olan insan, aklını kullanmadığı zaman canlıların en kötüsü olmaktadır. Aklı kullanmanın önemi daha nasıl anlatılacaktır? Kendi aklıyla değil de başkalarının akıl ve düşüncelerine göre hareket edenlerin vay haline!
Zariyat-10-11: “Kahrolsun yalancılar”. “Onlar koyu bir cehalet içinde yüzen gafillerdir.”
Yalancılar, cehalet içinde olanlar, bilgisizler mi insanları doğru yola getireceklerdir?
En'am -50: “Resulüm! De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri yanındadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben meleğimde demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum. De ki: Hiç kör ile gören bir olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?”
Maide -105: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayette olursanız, başkalarının sapması size zarar vermez…”
Zümer-3: “Dikkat edin! Halis din sadece Allah'a mahsuzdur. Ondan başkalarını veliler edinerek: Biz onları yalnız bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz diyenlere gelince, hiç şüphesiz Allah onlar arasında tartışıp durdukları şeyler hakkında hükmünü verecektir.”
Bakara -119: “Resulüm! Biz seni hak olan Kur'an ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen Cehennem'in halkından sorumlu değilsin.”
Peygamber bile kendine vahy edilenlere uyarken bazı kimselerin kendine göre din adına hüküm vermeye kalkışmaları nasıl açıklanabilir?
Allah insanları özgür yaratmıştır ve akıl vermiştir. Her birey kendisinden sorumludur. Hiç kimse başkaları adına karar veremez. Başkalarının hele hele bilmeyenlerin peşinden gitmek insanları zarara uğratır. İnanç Allah'la birey arasındadır. Şeyh'in şıyhın ve hiç kimsenin elinde Cennet'in anahtarı yoktur. Var diyenler dini çıkarları için kullananlardır.
Zümer-44: “De ki: Bütün sefaat Allah'a aittir…”
Başkalarından şefaat beklemek ve öylelerinin peşinden gitmek ayete ters düşmek değil midir?
En'am -162: “De ki: Benim namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
Herkes kendisinden sorumludur. Başkalarının ibadetine karışılmaz.
A'raf -31-32: “Ey Ademoğulları! Her mescide girişinizde güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri hiç sevmez.”
“Resulüm De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkları haram kılan kimdir? De ki : Bunlar Dünya hayatında Müminler içindir.
Allah yiyin, için, temiz giyinip Dünya nimetlerinden faydalanın derken “Bir hırka, bir lokma” mantığı ile insanları uyutan ve onların sırtından geçinenler hangi inanç anlayışı ile hareket ettiklerini sanıyorlar?
Bakara -156: “Dinde zorlama yoktur…”
Dinde olmayan, dine sonradan ilave edilen (bidat) hükümlerle dini zorlaştıranlar, dine hizmet ettiklerini mi sanıyorlar?
Dini bilmeden, Kur'an'ın ne dediğini anlamadan hüküm vermeye kalkışmak Kur'an ayetlerine ters düşmek demektir.
Eğer ilahi bir mucize olsa İslam'ın Peygamberi Hz. Muhammed (sav) yeniden Dünya'ya gelse ilk işi bilmeden din adına konuşanların ve dincilerin yakasına yapışır, yüzlerine tükürürdü.
Belki de yaşamında bir Kur'an meali, bir tefsir, bir içtihatçının, din bilginin ve akademisyenin kitabını okumayanlar din adına hüküm vermeye nasıl kalkışırlar? Konunun uzmanları anlı şanlı, Proflarımız böylelerine nasıl müsaade ederler? Böyleleriyle mücadele etmek gerekmez mi?
Türkiye Cumhuriyet'inin kurucusu büyük önder ATATÜRK'E hangi bilgileriyle din karşıtı veya dinsiz diyebilirler? Atatürk, Ceatani'nin İslam Tarihi, Corci Zeydan'nın Medeniyeti İslami'ye Tarihi, Şerafettin Günaltay'ın İslam Tarihi, Enrico İnsaba'nın İslam ve Müttefiklerimiz, Cemil Sait'in Kur'an-ı Kerim Tercümesi Buharî'nin Sahih-i Buharî ve bunlara benzer gerçek anlamda 144 adet dinle ilgili eser okumuş ve notlar almıştır.
Atatürk'ü dinsizlikle, dine karşıtlıkla suçlayanlar yukarıda isimleri verilen eserleri veya benzerlerini okumuşlar mıdır? Atatürk Kur'an'ın meal ve tefsirini yaptırarak gerçek anlamda İslam'da “öze dönüşü” sağlamaya özen göstermiş, dili de dini de Arabizm'in etkisinden kurtarmıştır.
Çamur at, izi kalsın mantığı ile hareketin kişilere de ülke ve ulusa da hiçbir faydası yoktur.
BİZİ YANLIŞ YOLA SEVK EDEN KÖTÜ NİYETLERDEN ALLAH KORUSUN!
Atatürk'ün yolunda çağdaş, laik, ulus ve üniter devlet var olsun!
“Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür.”
“Türk Kur'an'ın arkasından koruyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor ve bilmeden ibadet ediyor. Benim maksadım arkasından kostusu kitapta neler oldugunu Türk anlasın.”
ATATÜRK
Müddesir -11: “Kendisini tek olarak yarattığım kişiyi bana bırak.”
İslam'ın kitabı Kur'an böyle derken bazı kişilerin Yaratıcı ile yaratılan arasına girmesi bilgisizlik değil de nedir?
Al -i İmran-66: “ İşte siz öyle kimselersiniz ki! Hakkında biraz bilginiz olan şeyde tartışırsınız. Fakat bilgi sahibi olmadıgınız konularda niçin tartışıyorsunuz?”
Necm-28: “Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uymaktadırlar. Zan ize, gerçekten yana hiçbir şey ifade etmez.”
Hac-3: “İnsanların bazıları vardır ki, hiçbir ilme sahip olmadan Allah hakkında tartışıp her inatçı şeytanın arkasından gider.”
Bilmeden konuşmanın ve zannın anlamsızlığını ne kadarda güzel vurgulamaktadır.
Enfal -22: “Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.”
Furkan-44: “Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini veya akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Hatta onlar yol açısından hayvanlardan da daha aşağıdırlar.”
Yunus-100: “…Allah, murdarlık azabını akıllarını kullanmaya verir.”
Canlıların en akıllısı olan insan, aklını kullanmadığı zaman canlıların en kötüsü olmaktadır. Aklı kullanmanın önemi daha nasıl anlatılacaktır? Kendi aklıyla değil de başkalarının akıl ve düşüncelerine göre hareket edenlerin vay haline!
Zariyat-10-11: “Kahrolsun yalancılar”. “Onlar koyu bir cehalet içinde yüzen gafillerdir.”
Yalancılar, cehalet içinde olanlar, bilgisizler mi insanları doğru yola getireceklerdir?
En'am -50: “Resulüm! De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri yanındadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben meleğimde demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum. De ki: Hiç kör ile gören bir olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?”
Maide -105: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayette olursanız, başkalarının sapması size zarar vermez…”
Zümer-3: “Dikkat edin! Halis din sadece Allah'a mahsuzdur. Ondan başkalarını veliler edinerek: Biz onları yalnız bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz diyenlere gelince, hiç şüphesiz Allah onlar arasında tartışıp durdukları şeyler hakkında hükmünü verecektir.”
Bakara -119: “Resulüm! Biz seni hak olan Kur'an ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen Cehennem'in halkından sorumlu değilsin.”
Peygamber bile kendine vahy edilenlere uyarken bazı kimselerin kendine göre din adına hüküm vermeye kalkışmaları nasıl açıklanabilir?
Allah insanları özgür yaratmıştır ve akıl vermiştir. Her birey kendisinden sorumludur. Hiç kimse başkaları adına karar veremez. Başkalarının hele hele bilmeyenlerin peşinden gitmek insanları zarara uğratır. İnanç Allah'la birey arasındadır. Şeyh'in şıyhın ve hiç kimsenin elinde Cennet'in anahtarı yoktur. Var diyenler dini çıkarları için kullananlardır.
Zümer-44: “De ki: Bütün sefaat Allah'a aittir…”
Başkalarından şefaat beklemek ve öylelerinin peşinden gitmek ayete ters düşmek değil midir?
En'am -162: “De ki: Benim namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
Herkes kendisinden sorumludur. Başkalarının ibadetine karışılmaz.
A'raf -31-32: “Ey Ademoğulları! Her mescide girişinizde güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri hiç sevmez.”
“Resulüm De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkları haram kılan kimdir? De ki : Bunlar Dünya hayatında Müminler içindir.
Allah yiyin, için, temiz giyinip Dünya nimetlerinden faydalanın derken “Bir hırka, bir lokma” mantığı ile insanları uyutan ve onların sırtından geçinenler hangi inanç anlayışı ile hareket ettiklerini sanıyorlar?
Bakara -156: “Dinde zorlama yoktur…”
Dinde olmayan, dine sonradan ilave edilen (bidat) hükümlerle dini zorlaştıranlar, dine hizmet ettiklerini mi sanıyorlar?
Dini bilmeden, Kur'an'ın ne dediğini anlamadan hüküm vermeye kalkışmak Kur'an ayetlerine ters düşmek demektir.
Eğer ilahi bir mucize olsa İslam'ın Peygamberi Hz. Muhammed (sav) yeniden Dünya'ya gelse ilk işi bilmeden din adına konuşanların ve dincilerin yakasına yapışır, yüzlerine tükürürdü.
Belki de yaşamında bir Kur'an meali, bir tefsir, bir içtihatçının, din bilginin ve akademisyenin kitabını okumayanlar din adına hüküm vermeye nasıl kalkışırlar? Konunun uzmanları anlı şanlı, Proflarımız böylelerine nasıl müsaade ederler? Böyleleriyle mücadele etmek gerekmez mi?
Türkiye Cumhuriyet'inin kurucusu büyük önder ATATÜRK'E hangi bilgileriyle din karşıtı veya dinsiz diyebilirler? Atatürk, Ceatani'nin İslam Tarihi, Corci Zeydan'nın Medeniyeti İslami'ye Tarihi, Şerafettin Günaltay'ın İslam Tarihi, Enrico İnsaba'nın İslam ve Müttefiklerimiz, Cemil Sait'in Kur'an-ı Kerim Tercümesi Buharî'nin Sahih-i Buharî ve bunlara benzer gerçek anlamda 144 adet dinle ilgili eser okumuş ve notlar almıştır.
Atatürk'ü dinsizlikle, dine karşıtlıkla suçlayanlar yukarıda isimleri verilen eserleri veya benzerlerini okumuşlar mıdır? Atatürk Kur'an'ın meal ve tefsirini yaptırarak gerçek anlamda İslam'da “öze dönüşü” sağlamaya özen göstermiş, dili de dini de Arabizm'in etkisinden kurtarmıştır.
Çamur at, izi kalsın mantığı ile hareketin kişilere de ülke ve ulusa da hiçbir faydası yoktur.
BİZİ YANLIŞ YOLA SEVK EDEN KÖTÜ NİYETLERDEN ALLAH KORUSUN!
Atatürk'ün yolunda çağdaş, laik, ulus ve üniter devlet var olsun!
23 Ağustos 2009 Pazar
ZİLE AYAKLANMASI (25 MART 21 HAZİRAN 1920)
Sivas Kongresinden sonra Damat Ferit’in başında bulunduğu İstanbul Hükümeti, Kuvayı Milliye’nin etkinliği kırmak ve yok etmek için yerel eşraf ve din adamı görünümündeki softalarla işbirliği ederek çıkardığı isyanlardan biridir.
Yozgat ve Yıldızeli ayaklanmalarından cesaret alan Zileli Avukat (Davavekili) Unvan Ali ve destekçileri Şeyh Abdüsselam, görevden uzaklaştırılan eski Nahiye Müdürü Naci, Ayancıoğlu Mehmet Postacı Nazım, esik Mal Müdürü’nün oğlu İhsan topladıkları 30-100 atlı ile ayalanırlar. 7 Haziran Zile’ye girerler.
TBMM isyanların üzerine 3 Haziran 1920’de Suvari Binbaşı Hilmi Beyi gönderir. Jandarma birliğini postacı Nazım teslim alır. Ayaklanmacılar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerini tutuklar ve evlerini yağmalarlar. Az sayıdaki Hilmi Bey kuvvetleri Zile kalesine çekilir ve etkili olamaz.
Ayaklanmayı bastırmak için Tokatta bulunan 5. Süvari Tümen Komutanı Yarbay Cemil Cahit Toydemir görevlendirilir. Erzurum ve Sivas’tan gelen birliklerle Tümen güçlendirilmiştir. Ayrıca değerli din bilgini Amasya Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi’nin katkılarıda büyük olmuştur. Bir “Milis kuvveti” teşkil etmiş, asilere nasihat için kendi başkanlığında bir heyet oluşturmuştur.
Görüşmelerden kesin bir sonuç alınamamış bunun üzerine Cemil Cahit Toydemir ayaklanmacılara yirmidört saat süre verdi. Sürenin tamamlanması sonucu taarruza geçildi. Yoğun çarpışmalar sonrasında 12 Haziran’da Zile’ye girildi. Ayaklanmaların elebaşılarından Ali, Abdüsselam ve Ayancıoğlu Mehmet çarpışmalar sırasında öldürülmüş, 13 Haziran’da ayaklanma tam bastırılmıştır.
1 Temmuz 1920’de Askeri Mahkemin yargılanması sonucunda 22 kişi idam edilmiştir.
Yurdumuzu işgal edenlerle savaşan ulusal kuvvetlere yardım etmek yerine, onları ortadan kaldırmaya, yok etmeğe çalışan çıkarcı hain çevreler her zaman olmuştur. Her defasında da gerekli dersi almışlardır, alacaklar dır da. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek ATA’sının izinde yaşayacaktır.
Kaynaklar :
Milli Mücadele de İç İsyanlar - ATASE VI. Cilt
Milli Mücadele de Din Adamları - Ali Sarıkoyuncu
Yozgat ve Yıldızeli ayaklanmalarından cesaret alan Zileli Avukat (Davavekili) Unvan Ali ve destekçileri Şeyh Abdüsselam, görevden uzaklaştırılan eski Nahiye Müdürü Naci, Ayancıoğlu Mehmet Postacı Nazım, esik Mal Müdürü’nün oğlu İhsan topladıkları 30-100 atlı ile ayalanırlar. 7 Haziran Zile’ye girerler.
TBMM isyanların üzerine 3 Haziran 1920’de Suvari Binbaşı Hilmi Beyi gönderir. Jandarma birliğini postacı Nazım teslim alır. Ayaklanmacılar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerini tutuklar ve evlerini yağmalarlar. Az sayıdaki Hilmi Bey kuvvetleri Zile kalesine çekilir ve etkili olamaz.
Ayaklanmayı bastırmak için Tokatta bulunan 5. Süvari Tümen Komutanı Yarbay Cemil Cahit Toydemir görevlendirilir. Erzurum ve Sivas’tan gelen birliklerle Tümen güçlendirilmiştir. Ayrıca değerli din bilgini Amasya Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi’nin katkılarıda büyük olmuştur. Bir “Milis kuvveti” teşkil etmiş, asilere nasihat için kendi başkanlığında bir heyet oluşturmuştur.
Görüşmelerden kesin bir sonuç alınamamış bunun üzerine Cemil Cahit Toydemir ayaklanmacılara yirmidört saat süre verdi. Sürenin tamamlanması sonucu taarruza geçildi. Yoğun çarpışmalar sonrasında 12 Haziran’da Zile’ye girildi. Ayaklanmaların elebaşılarından Ali, Abdüsselam ve Ayancıoğlu Mehmet çarpışmalar sırasında öldürülmüş, 13 Haziran’da ayaklanma tam bastırılmıştır.
1 Temmuz 1920’de Askeri Mahkemin yargılanması sonucunda 22 kişi idam edilmiştir.
Yurdumuzu işgal edenlerle savaşan ulusal kuvvetlere yardım etmek yerine, onları ortadan kaldırmaya, yok etmeğe çalışan çıkarcı hain çevreler her zaman olmuştur. Her defasında da gerekli dersi almışlardır, alacaklar dır da. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek ATA’sının izinde yaşayacaktır.
Kaynaklar :
Milli Mücadele de İç İsyanlar - ATASE VI. Cilt
Milli Mücadele de Din Adamları - Ali Sarıkoyuncu
ATATÜK VE UYANAN MAZLUM ULUSLAR
“Düşman her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silahımı bir elimede Türk bayrağını alarak Elma Dağına çıkacağım. Burada tek başıma, son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonrada bu kutsal bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken bende milletimin uğruna yaşama veda edeceğim. Huzurunuzda buna ant içiyorum.” Atatürk(1)
Bir elinde silahı bir elinde kutsal Türk bayrağı olarak ülkesi ve ulusu için, her zaman ölmeğe hazır bir örnek lider.
Bu sözleri Kurtuluş Savaşı’nın en umutsuz günlerinde bir millet vekilinin: “Ankara’da Mustafa Kemal’den başka bir şey yok, bu işin sonu felakettir, akibetimiz korkunçtur.” sözleri üzerine bazıları memleketlerine dönmeğe karar verdiklerinde söylemiştir. Bu sözlerden sonradır ki milletvekillerinin yurtseverlik hisleri kabarmış; “Paşam yolundan dönmeyeceğiz, seninle beraberiz” diye haykırmışlardır.
“İnsanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Çağların Önderi Atatürk, Türk ulusunu iki defa kurtarmıştır. “İlki Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda “emperyalizmin” pençesinden, ikincisi savaş sonrasındaki “çağdaşlaşma” hareketiyle karanlığın pençesinden.”
O, yalnız Türklerin Atası olmakla kalmamış bütün ezilen mazlum ulusların da atası olmuştur.
Hindistan, Pakistan, Afganistan, Tunus, Mısır, Suriye, Ürdün vs. İslam ve Doğu uluslarını da uyandırmış, bütün özgürlük savaşı veren ülkelerin esin kaynağı olmuştur.
Örnek mi? Hindistan’ı bağımsızlığa kavuşturan Mahatma Gandh’i, Ebul Kelam Azad, Pakistan’ın ulusal kahramanı Muhammed Ali Cinnah
Dr. Nacem Qureshi, Atatürk’ün Hindistandaki etkisini incelediği “The Rise Of Atatürk And Its Impacı On Comtemporay Muslim İnda: The Early Phase” adlı yazısında: Bugün bile çok ailede yaşayan bir gelenek, Atatürk’ün resimleri ve fotoğraflarını evlerinin duvarlarına asmalarıdır. Bu Atatürk’ün İslam coğrafyasındaki etkisini gösterir. Atatürk halkına umut vermiştir, yeniden örgütlenmiş ve onları zafere taşımıştır. Atatürk’ün adı ilk kez Hindistan’da 1915 yılındaki Gelibolu Savaşları muharebeleri nedeniyle duyulmuştur. Atatürk Hintlilerin gözünde İslam’ın Batı emperyalizmine karşı meydan okumasını sağlamış, tehlike altındaki hilafeti kurtarmış bir kahramandır.”(2)
Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Muhammed Sadık (Mohammed Sadig): “Türk İnkılabı, Hindistan Özgürlük Hareketi” isimli eserinde, “Hindistan’da bağımsızlık mücadelesi yolunda sağlanan Milli Beraberliğin ilham kaynağının Türk Milleti olduğunu belirtmiştir.
Sadık ise; “Türk Bağımsızlık Savaşı ve Mustafa Kemal, ister Müslüman” ister Hintli, ister Sih olsun bütün Hindistan halkını ve Hindistan Kurtuluş Mücadelesini derinden etkilemiştir.”
Hintli Lider Ebul Kelam Azad: “Mustafa Kemal çağının en büyük şahsiyeti” dir demiştir.
“...Mustafa Kemal Paşa, sadece, İslam’a değil, bütün Asya’ya zaferle gurur vermişti.
Bir konuşmacı İslam’a sahip çıkmanın sadece Mustafa Kemal Paşa’nın değil, bütün Müslümanların görevi olduğunu vurgulamış ve Güney Asya’daki dindaşlarının (Anzak) Türklere karşı savaşmakla “kullandıklarını ve böylece aslında İslam’a ihanet ettiklerini itiraf etmiştir.(4)
Türk Kurtuluş Savaşı yalnız Doğu uluslarını değil Kuzey Afrikayıda etkilemiştir.
Cezayir’den gelen kutlamada: “Cezayir’in Müslüman halkı...ellerini Yüce Allah’a doğru açarak, kalplerinin derinliğinden dua ediyor. Mustafa Kemal Paşa Al Muzaffer Al Gazi Hazretlerine en içten ve saygı dolu tebriklerini sunuyorlar.”
Ankara Hükümetinin Paris Temsilciliğine Tunus’tan gönderilen yazıda: “Destur Partisi, Kemal’in Ordularının zaferi münasebetiyle duyduğu derin sevinci size iletirken, büyük Mareşal Mustafa Kemal’e ihtiram dolu, yürekten iyi dileklerini ulaştırmanızı rica eder” demektir.
Atatürk bütün Müslümanlar tarafından Seyf-ül İslam (İslamın Kılıcı), “Mücahid-i İslam “İslamın son, savaşcısı” olarak isimlendirilmiştir.
Schlegel: Atatürk milliyetçiliği, öteki uluslara karşı yayılmacı ve düşman bir milliyetçilik değil, Bağımsızlık Savaşı’nın başından itibaren, Türk Ulusunun bağımsızlığına ve yurdunun savunmasına dönük bir anlayıştır. Bunun için dir ki, Milli Mücadele hem saygı uyandırmış hemde örnek alınmıştır.
Alman tarihçi Von Mikusch: Bu yeni Mekke (Ankara) hac görevini ifa etmek için koşup gelen hacılarla dolup taştı.”(5)
Savaş günlerinde Hindistan’da bulunan Zeki Velidi Togan Hindu Müslümanlardaki Mustafa Kemal sevgisini şöyle anlatmaktadır. “Bombayda bir camiye girmiştim. Duvarına “Zinde bad Mustafa Kemal” diye bir levha asılmış olduğunu gördüm. Yani “Yaşın Mustafa Kemal”(6)
Emil Lenguyel: “İnsanlar Ortadoğunun her yerinden gelip O’na ülkelerindeki reform hareketlerini yönetmesi ricasında bulunuyorlardı...Mustafa Kemalin adı, bir darbı mesel olmuştur. Bu ad yalnız Türkçeye değil, Arap diline de yerleşmiş durumdadır. Bu ismin ünü Türkler’in babası kavramını da aşmıştır...” (7)
Mustafa Kemal’in başarıları İslam dünyasındaki aydınlarında saygısını kazanmıştır. Pakistan’ın ulusal şairi ve düşünürü Muhammed İkbal “İslamiyet’in Uyanışı” şiiri yazdığı için İngilizlerin tepkisini çekmiş ve zindana atılmıştır. Mustafa Kemal Paşa için yazdığı bu şiir elden ele dolaşmış ve cami kürsülerinde okunmuştur.
Tanrı O’nu güçlendirsin.
Bir millet vardı ki, Takdirin gizli haznesinin sırlarına biz onun hikmetiyle vakıf oldu.
Aslımız esasta sönük bir kıvılcım idi; bir bakış baktı ki o sayade dünyayı tutan güneş olduk.
Müşrit gönlümüzden aşk nüktelerini sildi: dünyada kusurumuz ölçüsünde küçüldük.
Bizim yaratılımışa uygun olan çöllerden esen rüzgarlardır.
Saba melteminin nefeslerinden kederli gonca olduk.
Feleklerin kubbesini saran ulu akislere oh olsun. Pes ve tize bağlandığımız zaman inilti haline geldik.
Ey o zamanlar ki; ne çok avı tuzak kurmadan yakalayıp takimize asmıştık.
Şimdi koltuğumuz altında okumuz ve yayımız olduğu halde avlarımız tarafından öldürülmüşüz.
Atının yol verdiği kadar koş, atıl ki, biz tedbir yüzünden defalarca bu alanda mat olduk. (8)
Mısır’ın ünlü Şairi Ahmet Şevki bir şiirinde şöyle seslenmektedir.
Allahu ekber, bu zaferde hayranlık uyandıran nice şeyler vardı.
Ey Türk kahramanı, sen Arap kahramanı Halid’i yeniden canlandırdın
Ey Gazi sana selamlar. Zafer mucizesinden dolayı tebrikler sunarız...
Nazrul İslam’ın yazdığı Bangaldeş’te Bülbül Akademisinde yıllarca çalınıp söylenen “Gazi Mustafa Kemal Atatürk Marşı” bestelenmiştir.
Ey Müslüman, sen de uyan, çırakmanı (meşaleyi) yak.
Gazi Mustafa Kemal Türk ulusunu uyandırdı.
Uyan artık! Sen de uyan!
Kemal Paşa;
Büyük ananın yiğit evladı
Kemal kükremektedir.
Karanlıklardan imdat diye
Ona sesler yükselmektedir.
Kardeş Kemal sen olağan üstünsün!
Eşsizsin, övülmeye değersin!
Ey Kemal, Ey düşmanı yok eden!
Kılıcını biziz alkışlayan senin
Söyleyin var mı dünyada Türk kılıcından korkmayan?
Böyle Kemaller gerek bize
Bitmeyen bir mucize yarattın sen
Hain düşmanı ezdin ayağından
Ve sertçe, sertçe ez
Tüm insanlık görsün alkışlasın seni
Yaşa ey Türk’ün oğlu, ey İslam’ın övüncü!
Çok yaşa ey Mustafa Kemal, insanlık övsün seni...(9)
Ulusal Egemenlik, ulusal bağımsızlık, ulus ve üniter laik ve çağdaş devletten yana olanlar!
Yolumuz bellidir. Yol, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bütün mazlum uluslara örnek olan “Çağların Önderi Atatürk’ün Yoludur.
Kaynaklar :
1- Enver Behnan Şapolya - Türk Kültür Dergisi
2- Barış Doster - Atatürk Dünyası ve Mazlum Milletler
3- Sinan Meydan Atatürk ile Allah arasında
4- Mim Kemal Öke - Hilafet Hareketleri
5- Ömer Kürkçüoğlu - Türk İngiliz İlişkileri
6- Zeki Velidi Togan - Hatıralar
7- H.C. Armstrong - Bozkurt
8- Ahmet Bahtiyar Eşref - Türkler ve İkbal
9- Sadi Borak - Atatürk’ün Özel Mektupları
Bir elinde silahı bir elinde kutsal Türk bayrağı olarak ülkesi ve ulusu için, her zaman ölmeğe hazır bir örnek lider.
Bu sözleri Kurtuluş Savaşı’nın en umutsuz günlerinde bir millet vekilinin: “Ankara’da Mustafa Kemal’den başka bir şey yok, bu işin sonu felakettir, akibetimiz korkunçtur.” sözleri üzerine bazıları memleketlerine dönmeğe karar verdiklerinde söylemiştir. Bu sözlerden sonradır ki milletvekillerinin yurtseverlik hisleri kabarmış; “Paşam yolundan dönmeyeceğiz, seninle beraberiz” diye haykırmışlardır.
“İnsanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Çağların Önderi Atatürk, Türk ulusunu iki defa kurtarmıştır. “İlki Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda “emperyalizmin” pençesinden, ikincisi savaş sonrasındaki “çağdaşlaşma” hareketiyle karanlığın pençesinden.”
O, yalnız Türklerin Atası olmakla kalmamış bütün ezilen mazlum ulusların da atası olmuştur.
Hindistan, Pakistan, Afganistan, Tunus, Mısır, Suriye, Ürdün vs. İslam ve Doğu uluslarını da uyandırmış, bütün özgürlük savaşı veren ülkelerin esin kaynağı olmuştur.
Örnek mi? Hindistan’ı bağımsızlığa kavuşturan Mahatma Gandh’i, Ebul Kelam Azad, Pakistan’ın ulusal kahramanı Muhammed Ali Cinnah
Dr. Nacem Qureshi, Atatürk’ün Hindistandaki etkisini incelediği “The Rise Of Atatürk And Its Impacı On Comtemporay Muslim İnda: The Early Phase” adlı yazısında: Bugün bile çok ailede yaşayan bir gelenek, Atatürk’ün resimleri ve fotoğraflarını evlerinin duvarlarına asmalarıdır. Bu Atatürk’ün İslam coğrafyasındaki etkisini gösterir. Atatürk halkına umut vermiştir, yeniden örgütlenmiş ve onları zafere taşımıştır. Atatürk’ün adı ilk kez Hindistan’da 1915 yılındaki Gelibolu Savaşları muharebeleri nedeniyle duyulmuştur. Atatürk Hintlilerin gözünde İslam’ın Batı emperyalizmine karşı meydan okumasını sağlamış, tehlike altındaki hilafeti kurtarmış bir kahramandır.”(2)
Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Muhammed Sadık (Mohammed Sadig): “Türk İnkılabı, Hindistan Özgürlük Hareketi” isimli eserinde, “Hindistan’da bağımsızlık mücadelesi yolunda sağlanan Milli Beraberliğin ilham kaynağının Türk Milleti olduğunu belirtmiştir.
Sadık ise; “Türk Bağımsızlık Savaşı ve Mustafa Kemal, ister Müslüman” ister Hintli, ister Sih olsun bütün Hindistan halkını ve Hindistan Kurtuluş Mücadelesini derinden etkilemiştir.”
Hintli Lider Ebul Kelam Azad: “Mustafa Kemal çağının en büyük şahsiyeti” dir demiştir.
“...Mustafa Kemal Paşa, sadece, İslam’a değil, bütün Asya’ya zaferle gurur vermişti.
Bir konuşmacı İslam’a sahip çıkmanın sadece Mustafa Kemal Paşa’nın değil, bütün Müslümanların görevi olduğunu vurgulamış ve Güney Asya’daki dindaşlarının (Anzak) Türklere karşı savaşmakla “kullandıklarını ve böylece aslında İslam’a ihanet ettiklerini itiraf etmiştir.(4)
Türk Kurtuluş Savaşı yalnız Doğu uluslarını değil Kuzey Afrikayıda etkilemiştir.
Cezayir’den gelen kutlamada: “Cezayir’in Müslüman halkı...ellerini Yüce Allah’a doğru açarak, kalplerinin derinliğinden dua ediyor. Mustafa Kemal Paşa Al Muzaffer Al Gazi Hazretlerine en içten ve saygı dolu tebriklerini sunuyorlar.”
Ankara Hükümetinin Paris Temsilciliğine Tunus’tan gönderilen yazıda: “Destur Partisi, Kemal’in Ordularının zaferi münasebetiyle duyduğu derin sevinci size iletirken, büyük Mareşal Mustafa Kemal’e ihtiram dolu, yürekten iyi dileklerini ulaştırmanızı rica eder” demektir.
Atatürk bütün Müslümanlar tarafından Seyf-ül İslam (İslamın Kılıcı), “Mücahid-i İslam “İslamın son, savaşcısı” olarak isimlendirilmiştir.
Schlegel: Atatürk milliyetçiliği, öteki uluslara karşı yayılmacı ve düşman bir milliyetçilik değil, Bağımsızlık Savaşı’nın başından itibaren, Türk Ulusunun bağımsızlığına ve yurdunun savunmasına dönük bir anlayıştır. Bunun için dir ki, Milli Mücadele hem saygı uyandırmış hemde örnek alınmıştır.
Alman tarihçi Von Mikusch: Bu yeni Mekke (Ankara) hac görevini ifa etmek için koşup gelen hacılarla dolup taştı.”(5)
Savaş günlerinde Hindistan’da bulunan Zeki Velidi Togan Hindu Müslümanlardaki Mustafa Kemal sevgisini şöyle anlatmaktadır. “Bombayda bir camiye girmiştim. Duvarına “Zinde bad Mustafa Kemal” diye bir levha asılmış olduğunu gördüm. Yani “Yaşın Mustafa Kemal”(6)
Emil Lenguyel: “İnsanlar Ortadoğunun her yerinden gelip O’na ülkelerindeki reform hareketlerini yönetmesi ricasında bulunuyorlardı...Mustafa Kemalin adı, bir darbı mesel olmuştur. Bu ad yalnız Türkçeye değil, Arap diline de yerleşmiş durumdadır. Bu ismin ünü Türkler’in babası kavramını da aşmıştır...” (7)
Mustafa Kemal’in başarıları İslam dünyasındaki aydınlarında saygısını kazanmıştır. Pakistan’ın ulusal şairi ve düşünürü Muhammed İkbal “İslamiyet’in Uyanışı” şiiri yazdığı için İngilizlerin tepkisini çekmiş ve zindana atılmıştır. Mustafa Kemal Paşa için yazdığı bu şiir elden ele dolaşmış ve cami kürsülerinde okunmuştur.
Tanrı O’nu güçlendirsin.
Bir millet vardı ki, Takdirin gizli haznesinin sırlarına biz onun hikmetiyle vakıf oldu.
Aslımız esasta sönük bir kıvılcım idi; bir bakış baktı ki o sayade dünyayı tutan güneş olduk.
Müşrit gönlümüzden aşk nüktelerini sildi: dünyada kusurumuz ölçüsünde küçüldük.
Bizim yaratılımışa uygun olan çöllerden esen rüzgarlardır.
Saba melteminin nefeslerinden kederli gonca olduk.
Feleklerin kubbesini saran ulu akislere oh olsun. Pes ve tize bağlandığımız zaman inilti haline geldik.
Ey o zamanlar ki; ne çok avı tuzak kurmadan yakalayıp takimize asmıştık.
Şimdi koltuğumuz altında okumuz ve yayımız olduğu halde avlarımız tarafından öldürülmüşüz.
Atının yol verdiği kadar koş, atıl ki, biz tedbir yüzünden defalarca bu alanda mat olduk. (8)
Mısır’ın ünlü Şairi Ahmet Şevki bir şiirinde şöyle seslenmektedir.
Allahu ekber, bu zaferde hayranlık uyandıran nice şeyler vardı.
Ey Türk kahramanı, sen Arap kahramanı Halid’i yeniden canlandırdın
Ey Gazi sana selamlar. Zafer mucizesinden dolayı tebrikler sunarız...
Nazrul İslam’ın yazdığı Bangaldeş’te Bülbül Akademisinde yıllarca çalınıp söylenen “Gazi Mustafa Kemal Atatürk Marşı” bestelenmiştir.
Ey Müslüman, sen de uyan, çırakmanı (meşaleyi) yak.
Gazi Mustafa Kemal Türk ulusunu uyandırdı.
Uyan artık! Sen de uyan!
Kemal Paşa;
Büyük ananın yiğit evladı
Kemal kükremektedir.
Karanlıklardan imdat diye
Ona sesler yükselmektedir.
Kardeş Kemal sen olağan üstünsün!
Eşsizsin, övülmeye değersin!
Ey Kemal, Ey düşmanı yok eden!
Kılıcını biziz alkışlayan senin
Söyleyin var mı dünyada Türk kılıcından korkmayan?
Böyle Kemaller gerek bize
Bitmeyen bir mucize yarattın sen
Hain düşmanı ezdin ayağından
Ve sertçe, sertçe ez
Tüm insanlık görsün alkışlasın seni
Yaşa ey Türk’ün oğlu, ey İslam’ın övüncü!
Çok yaşa ey Mustafa Kemal, insanlık övsün seni...(9)
Ulusal Egemenlik, ulusal bağımsızlık, ulus ve üniter laik ve çağdaş devletten yana olanlar!
Yolumuz bellidir. Yol, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bütün mazlum uluslara örnek olan “Çağların Önderi Atatürk’ün Yoludur.
Kaynaklar :
1- Enver Behnan Şapolya - Türk Kültür Dergisi
2- Barış Doster - Atatürk Dünyası ve Mazlum Milletler
3- Sinan Meydan Atatürk ile Allah arasında
4- Mim Kemal Öke - Hilafet Hareketleri
5- Ömer Kürkçüoğlu - Türk İngiliz İlişkileri
6- Zeki Velidi Togan - Hatıralar
7- H.C. Armstrong - Bozkurt
8- Ahmet Bahtiyar Eşref - Türkler ve İkbal
9- Sadi Borak - Atatürk’ün Özel Mektupları
KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLICA AYAKLANMALAR
Yurdumuzun kurtarılması ve kurtuluş savaşı’nın büyüklüğünü anlamak için o günleri iyi irdelemek ve incelemek gerekmektedir. Ulusun her bireyi tarihini bilmek zorundadır.
Milli Mücadele-Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkı, yalnız Birinci Paylaşım Savaşı’nın galipleri İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılarla savaşmamış, kışkırtmalar sonucu ayrılıkçı güçlerle Ermeni ve Rumlarla da savaşmıştır. Yetmemiş İstanbul Hükümeti, Hükümetin görevlendirildiği kişilerle, kurdurduğu paralı askerlerden oluşan orduyla, fetvalarla, şeyh, ağa ve karşı devrimcilerle de savaşmıştır.
Dünya tarihinde bu kadar cephede, çok yönlü düşmanla savaşmış, emperyalizme Anadolu bozkırında tükürdüğü tükürüğü yalatmış bir savaşta, ulusta yoktur.
Kurtuluş Savaşı’nda ayaklanmalar karşı devrimin açığa vurulması olup bir iç savaştır.
Bu ayaklanmalar başlıca 20 tanedir. Nisan 1919’dan Haziran 1921’e kadar sürmüştür. Pontus-Rum ayaklanması ise çok daha uzun tüm Kurtuluş Savaşı boyunca devam etmiş, ancak 1923’te sonuçlandırılmıştır.
Karşı devrim amaçlı İç Ayaklanmaları bastırmak için yapılan savaşlar, dış düşmanı yenmek için yapılan savaşlar kadar önemlidir.
İç ayaklanmalar bastırıldıktan sonradır ki, bütün kuvvetler dış düşmana yöneltilmiş ve kesin utku kazanılmıştır.
Monduros Mütarekesi’nin ağır şartlarına hiç ses çıkarmayan, galiplerin arzusuna göre hareket eden aciz ve sessiz bir hükümet vardı. Halk bu sessizlik karşısında “Padişah’ın bir bildiği vardır” düşüncesinde ve yıllar süren sonu yenilgilerle biten savaşlardan usanmıştı.
Kim di, Osmanlı Padişahı? Zillullahı Fil Alem, yani Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Halife-i, Ruyu Zemin, yani Peygamberin vekili, Sultanül Berreyn (karaların hakimi), Hakanül Bahreyn (denizlerin hakimi), kendini çoban, halkı sürü gören Vahdettin. Çoban sürüsünü koruyon, kurtlara çakallara yem etmeyendir. Sürüsünü korumayan bir çobanı sürü sahibi yerinde tutmaz ve tutmamıştır da.
Kurtuluşu çok az sayıda kimse istemekte, İngiliz veya Amerikan mandası büyük çoğunluk tarafından kabul görmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Kurtuluş Savaşına karşı gelinmektedir. Padişah-Halife ve Bakanı Mustafa Kemal’i 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağırmış, 23 Haziran 1919’da da görevinden alındığını bildirmişlerdir.
5 Nisan 1920’de yayınlanan Dürrizade Abdullah (İstanbul) Fetvası ile, kurtuluş isteyenlere karşı çıkmak farz denilmiş, ölüm fetvaları, “Harb Divanı” kararları verilmiş, Halife-Sultan bu kararları imzalamıştır.
18 Nisan1920’de Hükümet çıkardığı kararnameden: “Devlet kanunlarını uygulayan, hükümet memurlarını zor kullanarak ve memuriyetleri yürütmeye engel olan ve Kuvayı Milliye adı taşıyan erbabı şekaveti (eşkiyaları) tenkil için Kuvayı İnzibatiye kurulmuştur...Erlere 30 lira maaş verilecek, teğmenlere 60 liradan başlamak üzere, alay komutanlarına 150 lira verilir.”
Kuvayı İnzibatiye, resmi olarak Anadolu Müfettişi Zeki Paşa’nın gözetiminde ve Şefik Paşa’nın yönetimindedir. Bu hıyanet ordusunun komutanlığına getirilen ve 500 lira ek ödenek alan Süleyman Şefik Paşadır. Kurmay Başkanlığını da Albay Refik yürütmektedir. (Her ikisi de 150 liklerdendir.) Devamında Ordu Komutanlığına Suphi Paşa, Kurmay Başkanlığınada Senai getirilmiştir.
Kurtuluşu sağlamak için yokluk içindeki Türk Ordusunu yok etmeğe yönelik bu hareketlere İtilaf devletleri hiç ses çıkarmamışlardır. Yenilen Kuvayı İnzibatiye askerlerini İngilizler soymuşlardır.
Düşmanla işbirliği edenler, Şeriat-Hilafet sözlerini ağızlarından düşürmeyenler ne acıdır ki, iç ayaklanmaların içinde, zaman zaman ise önünde yer almışlardır.
Tüm bunların yanında gerçek din görevlileri ve din bilginleri Kurtuluş Savaşı’nı canla başla desteklemişlerdir. Meydanlarda konuşmalar, camilerde vaaz vermişlerdir.
Ankara Müftüsü Rifat Börekçi, Amasya vaizi Abdullah Kamil Efendi, Amasya Müftüsü Tevfik Efendi, Konya Müftüsü Ali Kemal’i Efendi, İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, Denizli Müftüsü Hulusi Efendi ve yüzlercesi Kurtuluşu desteklemişlerdir. Tüm şehitlerimiz gibi onlarında toprağı bol olsun!
Milli Mücadelede kurulan belli başlı Müdafai Hukuk Derneklerinin sayı 47 dir. Bu derneklerde görev alan din görevlilerinin sayısı 84, başkanlığını yapanların sayısı ise 17’dir.
İç isyanlar üç etrafında incelenmektedir.
1. Küme
Ali Galip, Anzavur, Kuvvayı İnzibatiye gibi İstanbul Hükümeti tarafından görevlendirilenler, partililer, eşref ve ağalar. Ayrıca Nigehban-Vatan (Yurt Kollayıcılar), Kürt Teali ve Taavün Cemiyeti (Kürt Yükselme ve Yardımlaşma Derneği), Asker-i Nigehban-ı Vatan Cemiyeti (Askeri Yurt Kollayıcılar Derneği), Teali-i İslam Cemiyeti (İslam Yüceltem Derneği) Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti(Kutsallıkları Koruma Derneği), Muhafaza-i Saltanat Cemiyeti (Saltanatı Koruma Derneği), İngiliz Muhipler Cemiyeti...vs. derneklerdir.
Kışkırtmalar sonucu çeşitli bölgelerdeki ayaklanmaların başlıcaları şunlardır:
1- Ali Batı (11 Mayıs-18 Ağustos 1919),
2- Birinci Bozkır (27 Eylül- 4 Ekim 1919),
3- İkinci Bozkır (20 Ekim- 4 Kasım 1919)
4- Şeyh Eşref (25 Ekim-25 Aralık 1919)
5- Birinci Anzavur (1 Ekim-25 Kasım 1919)
6- İkinci Anzavur (16 Şubat- 16 Nisan 1920)
7- Birinci Düzce (13 Nisan-31 Mayıs 1920)
8- Zile (25 Mayıs-21 Haziran 1920),
9- Birinci Yozgat (15 Mayıs-27 Temmuz 1920)
10- İnegöl (20 Temmuz-20 Ağustos 1920)
11- İkinci Düzce (8 Ağustos-23 Eylül 1920)
12- İkinci Yozgat (5 Eylül-30 Aralık 1920)
13- Konya (12 Ekim-22 Kasım 1920)
14- Koçgiri (6 Mart-17 Haziran 1921)
Bu ayaklanmalar ismi geçen ilk veya ilçelerle sınırlı değildir. İkinci Düzce ayaklanması Gerede, Beypazarı, Nallıhan, Gönyük, Mucur, Hendek ve Safranbolu ayaklanmalarını da içerir.
2. Küme
Dış destekli ayrılıkçı güçlerin çıkardığı ayaklanmalar:
1- Milli Aşireti ayaklanması ( 1 Haziran - 8 Eylül 1920)
2- Cemil Çeto ayaklanması (20 Mayıs -7 Eylül 1920)
3- Pontus ayaklanması (18 Ekim-1918-6 Haziran 1923)
4- Doğu ve Güneyde Fransızlarla birlikte ya da ayrı olarak Ermeni ayaklanmaları
3. Küme
Kaynağını devrim ve ideoloji sapmasından olan ayaklanmalar:
1- Demirci Mehmet Efe ayaklanması
2- Çerkez Ethem ayaklanması
Bunlardan Demirci Mehmet Efe sonradan affedilmiş ve Bozdoğanda yaşamıştır. Büyük Taarruzda müfrezesi ile Türk Ordusuna yardım ederek Nazilliden İzmir’e kadar Yunan takibine katılmıştır.
Ethem silahları ile birlikte Yunanlılara teslim olmuş, 150’likler listesine alınmış, yurt dışında ölmüştür. (Devam edecek)
Kaynaklar:
1- H.T.D. Türk İstiklal Savaşı 6. cilt
2- Generla Celal Erikan-Kurtuluş Savaşı Tarihi S./132-136
3- General Kenan Esengin-Milli Mücadele İç ayaklanmalar.
Milli Mücadele-Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkı, yalnız Birinci Paylaşım Savaşı’nın galipleri İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılarla savaşmamış, kışkırtmalar sonucu ayrılıkçı güçlerle Ermeni ve Rumlarla da savaşmıştır. Yetmemiş İstanbul Hükümeti, Hükümetin görevlendirildiği kişilerle, kurdurduğu paralı askerlerden oluşan orduyla, fetvalarla, şeyh, ağa ve karşı devrimcilerle de savaşmıştır.
Dünya tarihinde bu kadar cephede, çok yönlü düşmanla savaşmış, emperyalizme Anadolu bozkırında tükürdüğü tükürüğü yalatmış bir savaşta, ulusta yoktur.
Kurtuluş Savaşı’nda ayaklanmalar karşı devrimin açığa vurulması olup bir iç savaştır.
Bu ayaklanmalar başlıca 20 tanedir. Nisan 1919’dan Haziran 1921’e kadar sürmüştür. Pontus-Rum ayaklanması ise çok daha uzun tüm Kurtuluş Savaşı boyunca devam etmiş, ancak 1923’te sonuçlandırılmıştır.
Karşı devrim amaçlı İç Ayaklanmaları bastırmak için yapılan savaşlar, dış düşmanı yenmek için yapılan savaşlar kadar önemlidir.
İç ayaklanmalar bastırıldıktan sonradır ki, bütün kuvvetler dış düşmana yöneltilmiş ve kesin utku kazanılmıştır.
Monduros Mütarekesi’nin ağır şartlarına hiç ses çıkarmayan, galiplerin arzusuna göre hareket eden aciz ve sessiz bir hükümet vardı. Halk bu sessizlik karşısında “Padişah’ın bir bildiği vardır” düşüncesinde ve yıllar süren sonu yenilgilerle biten savaşlardan usanmıştı.
Kim di, Osmanlı Padişahı? Zillullahı Fil Alem, yani Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Halife-i, Ruyu Zemin, yani Peygamberin vekili, Sultanül Berreyn (karaların hakimi), Hakanül Bahreyn (denizlerin hakimi), kendini çoban, halkı sürü gören Vahdettin. Çoban sürüsünü koruyon, kurtlara çakallara yem etmeyendir. Sürüsünü korumayan bir çobanı sürü sahibi yerinde tutmaz ve tutmamıştır da.
Kurtuluşu çok az sayıda kimse istemekte, İngiliz veya Amerikan mandası büyük çoğunluk tarafından kabul görmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Kurtuluş Savaşına karşı gelinmektedir. Padişah-Halife ve Bakanı Mustafa Kemal’i 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağırmış, 23 Haziran 1919’da da görevinden alındığını bildirmişlerdir.
5 Nisan 1920’de yayınlanan Dürrizade Abdullah (İstanbul) Fetvası ile, kurtuluş isteyenlere karşı çıkmak farz denilmiş, ölüm fetvaları, “Harb Divanı” kararları verilmiş, Halife-Sultan bu kararları imzalamıştır.
18 Nisan1920’de Hükümet çıkardığı kararnameden: “Devlet kanunlarını uygulayan, hükümet memurlarını zor kullanarak ve memuriyetleri yürütmeye engel olan ve Kuvayı Milliye adı taşıyan erbabı şekaveti (eşkiyaları) tenkil için Kuvayı İnzibatiye kurulmuştur...Erlere 30 lira maaş verilecek, teğmenlere 60 liradan başlamak üzere, alay komutanlarına 150 lira verilir.”
Kuvayı İnzibatiye, resmi olarak Anadolu Müfettişi Zeki Paşa’nın gözetiminde ve Şefik Paşa’nın yönetimindedir. Bu hıyanet ordusunun komutanlığına getirilen ve 500 lira ek ödenek alan Süleyman Şefik Paşadır. Kurmay Başkanlığını da Albay Refik yürütmektedir. (Her ikisi de 150 liklerdendir.) Devamında Ordu Komutanlığına Suphi Paşa, Kurmay Başkanlığınada Senai getirilmiştir.
Kurtuluşu sağlamak için yokluk içindeki Türk Ordusunu yok etmeğe yönelik bu hareketlere İtilaf devletleri hiç ses çıkarmamışlardır. Yenilen Kuvayı İnzibatiye askerlerini İngilizler soymuşlardır.
Düşmanla işbirliği edenler, Şeriat-Hilafet sözlerini ağızlarından düşürmeyenler ne acıdır ki, iç ayaklanmaların içinde, zaman zaman ise önünde yer almışlardır.
Tüm bunların yanında gerçek din görevlileri ve din bilginleri Kurtuluş Savaşı’nı canla başla desteklemişlerdir. Meydanlarda konuşmalar, camilerde vaaz vermişlerdir.
Ankara Müftüsü Rifat Börekçi, Amasya vaizi Abdullah Kamil Efendi, Amasya Müftüsü Tevfik Efendi, Konya Müftüsü Ali Kemal’i Efendi, İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, Denizli Müftüsü Hulusi Efendi ve yüzlercesi Kurtuluşu desteklemişlerdir. Tüm şehitlerimiz gibi onlarında toprağı bol olsun!
Milli Mücadelede kurulan belli başlı Müdafai Hukuk Derneklerinin sayı 47 dir. Bu derneklerde görev alan din görevlilerinin sayısı 84, başkanlığını yapanların sayısı ise 17’dir.
İç isyanlar üç etrafında incelenmektedir.
1. Küme
Ali Galip, Anzavur, Kuvvayı İnzibatiye gibi İstanbul Hükümeti tarafından görevlendirilenler, partililer, eşref ve ağalar. Ayrıca Nigehban-Vatan (Yurt Kollayıcılar), Kürt Teali ve Taavün Cemiyeti (Kürt Yükselme ve Yardımlaşma Derneği), Asker-i Nigehban-ı Vatan Cemiyeti (Askeri Yurt Kollayıcılar Derneği), Teali-i İslam Cemiyeti (İslam Yüceltem Derneği) Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti(Kutsallıkları Koruma Derneği), Muhafaza-i Saltanat Cemiyeti (Saltanatı Koruma Derneği), İngiliz Muhipler Cemiyeti...vs. derneklerdir.
Kışkırtmalar sonucu çeşitli bölgelerdeki ayaklanmaların başlıcaları şunlardır:
1- Ali Batı (11 Mayıs-18 Ağustos 1919),
2- Birinci Bozkır (27 Eylül- 4 Ekim 1919),
3- İkinci Bozkır (20 Ekim- 4 Kasım 1919)
4- Şeyh Eşref (25 Ekim-25 Aralık 1919)
5- Birinci Anzavur (1 Ekim-25 Kasım 1919)
6- İkinci Anzavur (16 Şubat- 16 Nisan 1920)
7- Birinci Düzce (13 Nisan-31 Mayıs 1920)
8- Zile (25 Mayıs-21 Haziran 1920),
9- Birinci Yozgat (15 Mayıs-27 Temmuz 1920)
10- İnegöl (20 Temmuz-20 Ağustos 1920)
11- İkinci Düzce (8 Ağustos-23 Eylül 1920)
12- İkinci Yozgat (5 Eylül-30 Aralık 1920)
13- Konya (12 Ekim-22 Kasım 1920)
14- Koçgiri (6 Mart-17 Haziran 1921)
Bu ayaklanmalar ismi geçen ilk veya ilçelerle sınırlı değildir. İkinci Düzce ayaklanması Gerede, Beypazarı, Nallıhan, Gönyük, Mucur, Hendek ve Safranbolu ayaklanmalarını da içerir.
2. Küme
Dış destekli ayrılıkçı güçlerin çıkardığı ayaklanmalar:
1- Milli Aşireti ayaklanması ( 1 Haziran - 8 Eylül 1920)
2- Cemil Çeto ayaklanması (20 Mayıs -7 Eylül 1920)
3- Pontus ayaklanması (18 Ekim-1918-6 Haziran 1923)
4- Doğu ve Güneyde Fransızlarla birlikte ya da ayrı olarak Ermeni ayaklanmaları
3. Küme
Kaynağını devrim ve ideoloji sapmasından olan ayaklanmalar:
1- Demirci Mehmet Efe ayaklanması
2- Çerkez Ethem ayaklanması
Bunlardan Demirci Mehmet Efe sonradan affedilmiş ve Bozdoğanda yaşamıştır. Büyük Taarruzda müfrezesi ile Türk Ordusuna yardım ederek Nazilliden İzmir’e kadar Yunan takibine katılmıştır.
Ethem silahları ile birlikte Yunanlılara teslim olmuş, 150’likler listesine alınmış, yurt dışında ölmüştür. (Devam edecek)
Kaynaklar:
1- H.T.D. Türk İstiklal Savaşı 6. cilt
2- Generla Celal Erikan-Kurtuluş Savaşı Tarihi S./132-136
3- General Kenan Esengin-Milli Mücadele İç ayaklanmalar.
MİLLİ MÜCADELEDE PONTUS AYAKLANMASI
Anadolu’da, Doğu Karadeniz kıyısıyla bu bölgenin içi kesimlerini kapsayan çevrede Rum yönetiminde bir Pontus Cumhuriyeti kurulması amaçlanan ve Kurtuluş Savaşı boyunca (1919-1923) devam eden başkaldırmadır.
Trabzon ve Samsun kıyı şeridi ve iç bölgesine eski çağlarda Pontus (Pont veya Pontic) adı verilmiştir.
Anadolu’nun en eski yerlilerinden olan Tibern, Halip ve Muznik gibi kavimler bu bölgede yaşamışlardır. Grekler (Rumlar) ise ancak M.Ö. VI. Y.Yılda bölgede ticaret siteleri kurmuşlardır. Bölge Pers (Fars) İmparatorluğunun bir parçası olmuştur.
Bağımsız Pontos Krallığı M.Ö. 280 yıllarında kurulmuş, Romalılar M.S. 63’te bölgeye egemen olmuşlardır.
Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesi sonucu bölge Bizans toprağı olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet 1464 yılında Pontus’u ortadan kaldırdı. Bölge Osmanlı Devletinin yönetimine girdi.
Pontus devletini yeniden kurma çalışmaları 1904 yılında başlamıştır. Merzifondaki Amerikan Koleji öğretmenlerinin Rumları kışkırtmaları sonucu “Pontus Cemiyeti” kuruldu. 1908 yılında “Müdafai Meşrute” adında bir ihtilal komitesi çatışmalara başladı. Zenginlerden para toplayan gerektiğinde ölüm cezası veren terör örgütü “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” ismiyle başka bir örgütte kurulmuştur.
Amerikan Koleji Müdürü White her türlü çalışmanın içinde bulunmuş ve Rumlara destek olmuştur.
Ele geçirilen bir haritaya göre, merkezi Samsun olmak üzere Batum’dan İnebolu’ya kadar Karadeniz kıyıları, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzurum kurulacak Pontus Cumhuriyeti sınırları içinde gösterilmiştir.
Rum nüfusunu artırmak için “Kordos Rum Komitesi” adlı örgüt çalışmalarını hızlandırmış, Yunanistan, Kafkasya ve Rusya’dan göçmenler getirilmiştir. Rumlara Türkçeyi unutturmaz ve Rumca konuşmalarını sağlamak için baskılar yapılmıştır.
Rum nüfusunu fazla göstererek Wilson ilkelerini “Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıklar, çoğunluk oldukları bölgelerde bağımsız bir devlet kurabileceklerdir.” biçimindeki 12. maddeden yararlanmak istemişlerdir.
Birinci Dünya Savaş’ı sırasında Yunanistan ve Rusya adına casusluk yapan Rumlar, Trabzon’un Rusların eline geçmesiyle çevrede egemen duruma geçmişlerdir. Batum’da Rum asıllı Rus generali Anonya Komutasında bir tümen oluşturdular. Ancak 1917’de çarlığın devrilmesi ile tümen dağılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marsilya’da tüm Avrupa ülkelerinin, Amerika ve Türkiyedeki Pontuscuların katıldığı bir kongreye başkanlık eden Giresunlu Kaptan Yorgi Paşa isimli kişinin oğlu Konstantinidüs, Sovyetler Birliği Hariciye Komiser’i Trocki’ye çektiği telgrafta “Pont-Euxien ve çevresinden derlenmiş olup, Amerika, İsviçre, İngiltere, Yunanistan, Mısır ve diğer memleketlerde oturan Pontus işlerini düzenlemeye selahiyetli kişilerin katılmasıyla Marsilya’da toplanan temiz, bu bölgenin Ruslar tarafından boşaltıldıktan sonra tekrar Türk egemenliği altına girmiyeceğinden dolayı Rus hududundan Sinop’a kadar bir cumhuriyet kurulmasını arzu ve bunun içinde şiddetle müdahalenizi rica eder ve peşin olarak teşekkürlerimizi takdim ederiz.”
Rus General Anonya’ya ve Trabzon’da çalışmalar yapan Trabzon Metropoliti Hrisantos’a da benzer telgraflar göndermiştir.
Rum çetelerini Amasya Metropoliti Yermanos ile Samsun Tütün Fabrikası Müdürü Tokomanidis yönetiyordu. Rum çetelerinin sayısı 1919’da beş bin iken; Yunanistan, Rusya ve Kafkasya’dan getirilenlerle birlikte yirmi beşbine yükselmiştir.
1920’de, Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasında olaylara değinerek şöyle demiştir. “Rumların hakimiyetini, İslam unsurunun esaretini gözeten Atina ve İstanbul’daki komiteler tarafından idare edilen Pontus Devleti kurma fikri, Karadeniz kıyıları ile kısmen Amasya ve Tokat’ın Kuzey ilçelerinde yaşayan Osmanlı Rumlarının hayallerinin çılgınlığa bürünmüştür.”
Rum liderler ve çeteleri her türlü çılgınlığı yapmaktadırlar. Trabzon’un zengin Rumları Niko Kopayanidis Epohi ve Farasianadolis gazetelerini çıkarmış, Pontus Devleti kurma çalışmalarının propagandası yapmışlardır. Trabzon Metropaliti Hrisantos, bağımsız Pontus Devletini savunmak için Paris Barış Konferansına katılmıştır. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Paris Barış Konferansına verdiği bir muhtıra ile Batı Anadolu, Kıbrıs, Trakya, Trabzon ve çevresinin Yunanistan’a verilmesini istemiştir. Büyük ideal (megolaidea) yı gerçekleştirmek istiyorlardı.
Ankara hükümeti yeni kurulmuştur. Elde bulunan Jandarma yetersizdir. Milli kuvvetlerin isyan bölgelerine gönderilmesi, Rum çete ve isyancılarına fırsat veriyordu.
Başlangıçta 15. Tümen bölgeye gönderildi. Sonrasında 9 Aralık 1920’de Merkez Ordusu kuruldu. Karargahı Amasyada olan Ordu komutanlığına İbrahim Nurettin Paşa (Sakallı) getirildi. 5. Kafkas Tümeni, 13. Süvari Tümeni, 27 ve 28. Süvari Tugayları ve hücum taburları ve ayrıca Giresunlu gönüllülerden oluşan Topal Osman Ağa’nın 42. Piyade Alayı’da Merkez Ordusu komutanlığı emrine verildi. Bu birliklerden başka Erzurum Milli Müfrezesi 80 kişi ile Havza’da, İsabey Müfrezesi 50 kişi ile Çarşamabada görev yaptı.
Merzifon Amerikan Koleji Türkçe öğretmeni Zeki Bey’in öldürülmesi ve benzeri olaylardan sonra 1920’de Koleje baskın düzenlendi. Okulda büyük Yunanistan, büyük Ermenistan ve Pontus Krallığı haritaları ve mektuplar ele geçti.
Kolej Müdürü Amerikalı White mektubunda: “Hıristiyanlığın en büyük rakibi, düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanlarında en kuvvetlisi Türkler ve Türkiyedir. Bu hükümeti devirmek için Ermeni ve Rus dostlarımızı beslemeliyiz. Bizim görevimiz bu fırsatı hazırlamak, gereğine uygun hareket etmektir. Ermeni ve Rusları destekleyeceğiz. Biz şimdiye kadar bunu yaptık ve muvaffakta olduk.” Gerçeklerin ortaya çıkması sonucu yöneticiler yurt dışına çıkarıldı. Çete elebaşıları cezalandırıldı, iç bölgelere sürüldü. Samsun Metropoliti V. Eftim İstiklal Mahkemelerine verildi.
Türk halkı öldürülürken, kadınların ırzlarına geçilirken, malları yağmalanırken, evleri yakılıp yıkılırken seslerini çıkarmayan başta İngiltere ve diğer itilaf devletleri, adına bu meşru önlemleri protesto ettiler.
Mustafa Kemal Paşa, 15 Eylül 1921’de Dışişleri Bakanlığı kanalıyla şu karşılığı vermiştir.
“Yunanlılar İzmir ve Trakya’da yaptıkları zulümlerden başka son zamanlarda Marmara Denizi kıyılarındaki 20 Türk’ü öldürmüşlerdir. Yunan Hükümeti ve İstanbul’daki Rum Patrikhanesi, Anadolu’daki Rum azınlığını çoğaltmak için Rusya’nın güney batısındaki ve Kafkasya’daki Rumları Anadolu’a göç ettirmektedirler. 1904 yılında uydurulmuş olan Pontus Devleti fikrini, bu defa Yunan Hükümeti ve İstanbul Rum Patrikhanesi yeniden diriltmişlerdir.
Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, yalnız Samsun bölgesinde Rum çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır. Devletler hukukuna aykırı olarak Yunan ordusu Türk uyruklu Rumları silah altına almaktadır. Bu bakımdan Batı Anadolu’daki Yunan ordusunun ileri hareketi halinde Karadeniz Rum halkının Türk ordusunu arkadan vurmalarını önlemek için Yunanlılar tarafından silahlandırılmakta olan Karadeniz Rumlarını zararsız bir hale getirmek düşüncesiyle Anadolu’nun içine almak kararı verilmiştir. Yalnız Samsun bölgesindeki Rum köylerinde Eylül 1921 tarihine kadar 2500 tüfek, 1 milyon 200 bin mermi ele geçirilmiştir. Bu nakiller sırasında Rum göçmenlerinin öldürüldüğü ve soyulduğu da bir iftiradır. Kavak’da vuku bulun olay, göçmenleri Türk muhafızlarının elinden kurtarmak için Rum asilerinin saldırmaları yüzünden olmuş, yapılan silahlı çarpışmada hem göçmenlerden, hem de Türk muhafızlarından kayıplar olmuştur. Merzifon Rumlarının katliam edildiği de doğru değildir. Halk iş ve güçleriyle meşguldür...”
Birici Dünya Savaşından beri devam eden Pontus isyanı, merkez Ordusunun güçlenmesi ve tasarımın iyi uygulanması sonucu yok edilmiştir. Ümit ve hayelleri söndürülerek 6 Şubat 1923’te son bulmuş, isyancı ve elebaşılar gerekli cezalara çarptırılmıştır.
Dün olduğu gibi bu günde ayrılık sevdasına düşenler, üniter ve ulus devleti parçalamaya heveslenenler olacaktır, olmaktadır. Kendi kazdıkları çukurda boğulacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın!
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, O’nun izinde kuvvetli bir inançla devam edecektir.
Trabzon ve Samsun kıyı şeridi ve iç bölgesine eski çağlarda Pontus (Pont veya Pontic) adı verilmiştir.
Anadolu’nun en eski yerlilerinden olan Tibern, Halip ve Muznik gibi kavimler bu bölgede yaşamışlardır. Grekler (Rumlar) ise ancak M.Ö. VI. Y.Yılda bölgede ticaret siteleri kurmuşlardır. Bölge Pers (Fars) İmparatorluğunun bir parçası olmuştur.
Bağımsız Pontos Krallığı M.Ö. 280 yıllarında kurulmuş, Romalılar M.S. 63’te bölgeye egemen olmuşlardır.
Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesi sonucu bölge Bizans toprağı olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet 1464 yılında Pontus’u ortadan kaldırdı. Bölge Osmanlı Devletinin yönetimine girdi.
Pontus devletini yeniden kurma çalışmaları 1904 yılında başlamıştır. Merzifondaki Amerikan Koleji öğretmenlerinin Rumları kışkırtmaları sonucu “Pontus Cemiyeti” kuruldu. 1908 yılında “Müdafai Meşrute” adında bir ihtilal komitesi çatışmalara başladı. Zenginlerden para toplayan gerektiğinde ölüm cezası veren terör örgütü “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” ismiyle başka bir örgütte kurulmuştur.
Amerikan Koleji Müdürü White her türlü çalışmanın içinde bulunmuş ve Rumlara destek olmuştur.
Ele geçirilen bir haritaya göre, merkezi Samsun olmak üzere Batum’dan İnebolu’ya kadar Karadeniz kıyıları, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzurum kurulacak Pontus Cumhuriyeti sınırları içinde gösterilmiştir.
Rum nüfusunu artırmak için “Kordos Rum Komitesi” adlı örgüt çalışmalarını hızlandırmış, Yunanistan, Kafkasya ve Rusya’dan göçmenler getirilmiştir. Rumlara Türkçeyi unutturmaz ve Rumca konuşmalarını sağlamak için baskılar yapılmıştır.
Rum nüfusunu fazla göstererek Wilson ilkelerini “Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıklar, çoğunluk oldukları bölgelerde bağımsız bir devlet kurabileceklerdir.” biçimindeki 12. maddeden yararlanmak istemişlerdir.
Birinci Dünya Savaş’ı sırasında Yunanistan ve Rusya adına casusluk yapan Rumlar, Trabzon’un Rusların eline geçmesiyle çevrede egemen duruma geçmişlerdir. Batum’da Rum asıllı Rus generali Anonya Komutasında bir tümen oluşturdular. Ancak 1917’de çarlığın devrilmesi ile tümen dağılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marsilya’da tüm Avrupa ülkelerinin, Amerika ve Türkiyedeki Pontuscuların katıldığı bir kongreye başkanlık eden Giresunlu Kaptan Yorgi Paşa isimli kişinin oğlu Konstantinidüs, Sovyetler Birliği Hariciye Komiser’i Trocki’ye çektiği telgrafta “Pont-Euxien ve çevresinden derlenmiş olup, Amerika, İsviçre, İngiltere, Yunanistan, Mısır ve diğer memleketlerde oturan Pontus işlerini düzenlemeye selahiyetli kişilerin katılmasıyla Marsilya’da toplanan temiz, bu bölgenin Ruslar tarafından boşaltıldıktan sonra tekrar Türk egemenliği altına girmiyeceğinden dolayı Rus hududundan Sinop’a kadar bir cumhuriyet kurulmasını arzu ve bunun içinde şiddetle müdahalenizi rica eder ve peşin olarak teşekkürlerimizi takdim ederiz.”
Rus General Anonya’ya ve Trabzon’da çalışmalar yapan Trabzon Metropoliti Hrisantos’a da benzer telgraflar göndermiştir.
Rum çetelerini Amasya Metropoliti Yermanos ile Samsun Tütün Fabrikası Müdürü Tokomanidis yönetiyordu. Rum çetelerinin sayısı 1919’da beş bin iken; Yunanistan, Rusya ve Kafkasya’dan getirilenlerle birlikte yirmi beşbine yükselmiştir.
1920’de, Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasında olaylara değinerek şöyle demiştir. “Rumların hakimiyetini, İslam unsurunun esaretini gözeten Atina ve İstanbul’daki komiteler tarafından idare edilen Pontus Devleti kurma fikri, Karadeniz kıyıları ile kısmen Amasya ve Tokat’ın Kuzey ilçelerinde yaşayan Osmanlı Rumlarının hayallerinin çılgınlığa bürünmüştür.”
Rum liderler ve çeteleri her türlü çılgınlığı yapmaktadırlar. Trabzon’un zengin Rumları Niko Kopayanidis Epohi ve Farasianadolis gazetelerini çıkarmış, Pontus Devleti kurma çalışmalarının propagandası yapmışlardır. Trabzon Metropaliti Hrisantos, bağımsız Pontus Devletini savunmak için Paris Barış Konferansına katılmıştır. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Paris Barış Konferansına verdiği bir muhtıra ile Batı Anadolu, Kıbrıs, Trakya, Trabzon ve çevresinin Yunanistan’a verilmesini istemiştir. Büyük ideal (megolaidea) yı gerçekleştirmek istiyorlardı.
Ankara hükümeti yeni kurulmuştur. Elde bulunan Jandarma yetersizdir. Milli kuvvetlerin isyan bölgelerine gönderilmesi, Rum çete ve isyancılarına fırsat veriyordu.
Başlangıçta 15. Tümen bölgeye gönderildi. Sonrasında 9 Aralık 1920’de Merkez Ordusu kuruldu. Karargahı Amasyada olan Ordu komutanlığına İbrahim Nurettin Paşa (Sakallı) getirildi. 5. Kafkas Tümeni, 13. Süvari Tümeni, 27 ve 28. Süvari Tugayları ve hücum taburları ve ayrıca Giresunlu gönüllülerden oluşan Topal Osman Ağa’nın 42. Piyade Alayı’da Merkez Ordusu komutanlığı emrine verildi. Bu birliklerden başka Erzurum Milli Müfrezesi 80 kişi ile Havza’da, İsabey Müfrezesi 50 kişi ile Çarşamabada görev yaptı.
Merzifon Amerikan Koleji Türkçe öğretmeni Zeki Bey’in öldürülmesi ve benzeri olaylardan sonra 1920’de Koleje baskın düzenlendi. Okulda büyük Yunanistan, büyük Ermenistan ve Pontus Krallığı haritaları ve mektuplar ele geçti.
Kolej Müdürü Amerikalı White mektubunda: “Hıristiyanlığın en büyük rakibi, düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanlarında en kuvvetlisi Türkler ve Türkiyedir. Bu hükümeti devirmek için Ermeni ve Rus dostlarımızı beslemeliyiz. Bizim görevimiz bu fırsatı hazırlamak, gereğine uygun hareket etmektir. Ermeni ve Rusları destekleyeceğiz. Biz şimdiye kadar bunu yaptık ve muvaffakta olduk.” Gerçeklerin ortaya çıkması sonucu yöneticiler yurt dışına çıkarıldı. Çete elebaşıları cezalandırıldı, iç bölgelere sürüldü. Samsun Metropoliti V. Eftim İstiklal Mahkemelerine verildi.
Türk halkı öldürülürken, kadınların ırzlarına geçilirken, malları yağmalanırken, evleri yakılıp yıkılırken seslerini çıkarmayan başta İngiltere ve diğer itilaf devletleri, adına bu meşru önlemleri protesto ettiler.
Mustafa Kemal Paşa, 15 Eylül 1921’de Dışişleri Bakanlığı kanalıyla şu karşılığı vermiştir.
“Yunanlılar İzmir ve Trakya’da yaptıkları zulümlerden başka son zamanlarda Marmara Denizi kıyılarındaki 20 Türk’ü öldürmüşlerdir. Yunan Hükümeti ve İstanbul’daki Rum Patrikhanesi, Anadolu’daki Rum azınlığını çoğaltmak için Rusya’nın güney batısındaki ve Kafkasya’daki Rumları Anadolu’a göç ettirmektedirler. 1904 yılında uydurulmuş olan Pontus Devleti fikrini, bu defa Yunan Hükümeti ve İstanbul Rum Patrikhanesi yeniden diriltmişlerdir.
Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, yalnız Samsun bölgesinde Rum çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır. Devletler hukukuna aykırı olarak Yunan ordusu Türk uyruklu Rumları silah altına almaktadır. Bu bakımdan Batı Anadolu’daki Yunan ordusunun ileri hareketi halinde Karadeniz Rum halkının Türk ordusunu arkadan vurmalarını önlemek için Yunanlılar tarafından silahlandırılmakta olan Karadeniz Rumlarını zararsız bir hale getirmek düşüncesiyle Anadolu’nun içine almak kararı verilmiştir. Yalnız Samsun bölgesindeki Rum köylerinde Eylül 1921 tarihine kadar 2500 tüfek, 1 milyon 200 bin mermi ele geçirilmiştir. Bu nakiller sırasında Rum göçmenlerinin öldürüldüğü ve soyulduğu da bir iftiradır. Kavak’da vuku bulun olay, göçmenleri Türk muhafızlarının elinden kurtarmak için Rum asilerinin saldırmaları yüzünden olmuş, yapılan silahlı çarpışmada hem göçmenlerden, hem de Türk muhafızlarından kayıplar olmuştur. Merzifon Rumlarının katliam edildiği de doğru değildir. Halk iş ve güçleriyle meşguldür...”
Birici Dünya Savaşından beri devam eden Pontus isyanı, merkez Ordusunun güçlenmesi ve tasarımın iyi uygulanması sonucu yok edilmiştir. Ümit ve hayelleri söndürülerek 6 Şubat 1923’te son bulmuş, isyancı ve elebaşılar gerekli cezalara çarptırılmıştır.
Dün olduğu gibi bu günde ayrılık sevdasına düşenler, üniter ve ulus devleti parçalamaya heveslenenler olacaktır, olmaktadır. Kendi kazdıkları çukurda boğulacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın!
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, O’nun izinde kuvvetli bir inançla devam edecektir.
ÇAĞARIN ÖNDERİ ÖZGÜRLÜK SAVAŞI
“Bir an için tahayyül ediniz ki: Batı dünyasındaki rönasans reformasyon, bilim ve düşünce ihtilali, Fransız inkılabı ve sanayi devrimini, Atatürk bir insan ömrüne sığdırmıştır.”
Arnold Taynbee
“Büyük Yunan filozofu Platon’un “Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı” şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi, kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dahi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk milletinin mukedderatını ele almış ve bu milliyetiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir.
Prof. Dr. Herbert Melzig
“Ülkeler başarıya birleştirici efsaneler yardımıyla ulaşırlar: ABD’nin Amerikan Devrimi ve George Washington’u, Fransa’nın Fransız Devrimi ve Fransız Kültür kavramı, İngilizlerin Magna Carta ile Kraliyet Ailesi, Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu yer” efsaneleri örnektir.
Türkiye’yi birleştiren efsane ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Kemal Atatürk’tür.
Robert Kollaj Mütavveli Heyeti Üyesi
Nick Ludington
Hangi Tarih
Ahmet Taner Kışlalı
Şu sözler daha çok yeni. Prof. Justin McCarty’e ait: “Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu, ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya ovasından sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?
Ve Amerikal tarihçi devam ediyor:
“Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece Türkiye’yi kurtarmadı; Türk neslini de kurtardı.
Amerikalı tarihçinin kanıtlara dayanarak çizdiği tablo çok açık 19. Yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar, Balkanlar’dan Kfkaslar’a kadar 5 milyon 60 bin Türk öldürülmüş, 5 milyon 381 bini de sürgün edilmiş, yerinden yurdundan olmuş.
Peki bu vahşet, nezaman, nekadar sürmüş?
Yanıtını Prof. Mc.Carty çok net veriyor:
“Türk bağımsızlık savaşında bir şey oldu ve plan artık yürümedi. Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yanı yaktılar, yıktılar, herkesi öldürdüler. Amerikan Elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar. Sadece batıda Rumlar tarafından bir milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1.2 milyonuda sürgüne zorlandı.
Ve ekliyor:
“Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ilkesi yok edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler. Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdiler. Oysa aynı dönem de 5 milyon Müslüman göç etmek zorunda kaldı, 5 milyondan fazlası da öldü.
Sonuç?
“Bu ibret tablosu karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal’in itildiği Konya Ovasını gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş. Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı Türk kalmazdı.
Ve konuşmasını noktalarken şöyle diyor:
“Yüzyıllık tarihte Türkler hakkındaki yalanların iki kaynağı var:
Misyonerler ve İngilizler. İngilizler, propaganda büroları aracılığı, bugün bile inanılan yalanlar yapıyolar. Benim söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere karşı önyargılılar.
Arnold Taynbee
“Büyük Yunan filozofu Platon’un “Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı” şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi, kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dahi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk milletinin mukedderatını ele almış ve bu milliyetiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir.
Prof. Dr. Herbert Melzig
“Ülkeler başarıya birleştirici efsaneler yardımıyla ulaşırlar: ABD’nin Amerikan Devrimi ve George Washington’u, Fransa’nın Fransız Devrimi ve Fransız Kültür kavramı, İngilizlerin Magna Carta ile Kraliyet Ailesi, Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu yer” efsaneleri örnektir.
Türkiye’yi birleştiren efsane ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Kemal Atatürk’tür.
Robert Kollaj Mütavveli Heyeti Üyesi
Nick Ludington
Hangi Tarih
Ahmet Taner Kışlalı
Şu sözler daha çok yeni. Prof. Justin McCarty’e ait: “Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu, ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya ovasından sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?
Ve Amerikal tarihçi devam ediyor:
“Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece Türkiye’yi kurtarmadı; Türk neslini de kurtardı.
Amerikalı tarihçinin kanıtlara dayanarak çizdiği tablo çok açık 19. Yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar, Balkanlar’dan Kfkaslar’a kadar 5 milyon 60 bin Türk öldürülmüş, 5 milyon 381 bini de sürgün edilmiş, yerinden yurdundan olmuş.
Peki bu vahşet, nezaman, nekadar sürmüş?
Yanıtını Prof. Mc.Carty çok net veriyor:
“Türk bağımsızlık savaşında bir şey oldu ve plan artık yürümedi. Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yanı yaktılar, yıktılar, herkesi öldürdüler. Amerikan Elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar. Sadece batıda Rumlar tarafından bir milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1.2 milyonuda sürgüne zorlandı.
Ve ekliyor:
“Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ilkesi yok edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler. Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdiler. Oysa aynı dönem de 5 milyon Müslüman göç etmek zorunda kaldı, 5 milyondan fazlası da öldü.
Sonuç?
“Bu ibret tablosu karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal’in itildiği Konya Ovasını gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş. Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı Türk kalmazdı.
Ve konuşmasını noktalarken şöyle diyor:
“Yüzyıllık tarihte Türkler hakkındaki yalanların iki kaynağı var:
Misyonerler ve İngilizler. İngilizler, propaganda büroları aracılığı, bugün bile inanılan yalanlar yapıyolar. Benim söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere karşı önyargılılar.
GÜLDESTE
ATATÜRK’E SESLENİŞ’TEN
Fırtınalar denizlerin üstünde koştu.
Hemen korkunç dalgalar estirip coştu.
Bütün engelleri yıktı, devirdi
Ne korkuttu seni, ne yolundan çevirdi.
***
Çürük temellerden aldın sen insanları
Sildin taassubu, yıkadın vicdanları
Aydınlık vermek için aziz diyara
Cehaleti öldürdün koydun mezara
Bulgaristan-Lubomir BOBEVSKİ
ATA’YA ŞÜKRAN
Han Atam, Tanrı’nın özel elçisi Hakan Atam
Gönül kapısını evlatlarına açan Atam
***
Sen Ulu, Türkler Atası vasfını nasıl aldın
Atalar Atasısın sen, en büyük insan Atam
Her sözün bana hadistir can verir bana daim
Türklüğümü senden aldım, göğsüm asman Atam
Afganistan -M.Sabir KARGER
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarptı şiddetle, çarptı şiddetle!
Dağıttı düşmanı sürülerin, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdir, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
***
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarpttı şiddetle, çarpttı şiddetle!
Dağıttı düşman sürülerini, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti:
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdi, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
****
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
ATATÜRK LAZIMDIR
Unutulmaz, unutulmaz ulu kurbanlarımız,
Gün gibi kızlarımız, ay gibi oğlanlarımız.
***
Türk’ün özgürlüğünü duymaya Türk lazımdır,
Bak bugünler ölüme dalmış olan milletime.
***
Milletin remzi olan bir Atatürk lazımdır
Anayurtta Atasız kalmış olan milletime
Azerbaycan-Refik Zeka HANDAN
TÜRK HALKINA
“Zamanın Doğu ve Batı’nın
Tarihin yazdığı yerde,
Atatürk’ün ülkesinde
Şaşırtıcı bir duygu bulurum
Kalbim dost Türk yakınlığı ve
Hazzıyla dolup taşar...
Sevgi ve en iyi duyguların güzel
Tohumlarını ekerim...”
Bangladeş-Hussain Muhammed ERSHAD
ATATÜRK’E
Ey Atatürk, Atatürk
Seni salcak yada Türk
Secde gelip karşında
Yannam senle oda Türk
***
Sen geldin cihana
Bütün dünya uyana
Mutlular mutlusudur
Sen doğan bir ana
***
Yurdun doğu-batısı
İstiklalin butası
Magribden maşrıka dek
Türk oğlu, Türk asası.
Gürcistan-Azim İSMAYILLI
MUSTAFA KEMAL PAŞA
Türkiye Türklerindir
Bu dünya başı dim-diklerindir
Gögüsten çıkan bu ses
Yerlerin göklerindir
Hür ölürsen er isen
Köyde ve kentlerde
Kendine bey olamazsın
İster gökte ister yerde ol
Atanın ismini unutursan
İpek dilimi kaybedersen
Erkeklik olur berbat
Anan sana gül verdi
Hür yurduna yol verdi
Canlı imanlı yurtlu
Baba ana hep Türktür
Canım yurt hepsi Türktür
Özbekistan-Tora MİRZA
MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA SESLENİŞ
Bir millet var...biz onun varlığı ile ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir başka yön verdi bizlere...dağlar aştık
Dünya güneşi olduk, bir kıvılcım yerine...
Bir zamanlar ayları taşırdı atlarımız
Şimdi avlanan biziz...kırık pusatlarımız
Koş Mustafa Kemal Koş, atın çatlayana dek...
Bizi tedbir mat etti. Sana tedbir ne gerek.
Pakistan-Muhammed İKBAL
ATATÜRK’ÜN ANIT KABRİ ÖNÜNDE
Bir kız çocuğu durmuş
Anıt kabri önünde,
Titrer titrer elinde
Bir demet çiçek getirmiş...
-Kimsin, kimsin ey kızım?
Kime vereceksin çiçekleri?
- Şey...ATA’ma getirmiştim...
Kurtardığı vatanımızın
Ben de bir çocuğuyum...
Dedi...
Romanya-İon ARİON
EY MUSTAFA’NIN ADASI
Yanlış yola sapanlarla Allah için savaştım
Dağlar ve bayırlar ortasında onlara, tatlı uykularını haram ettin
Onlara ölümün acısını tattırdın. Ve suçlarının cezasını kadehinide içirdin.
Onların zulüm bayraklarını indirdin ve hilal bayraklarını yükselttin.
Mızraklar ve cilalı kılıçlarla Muhammed’in dinine yardımcı oldun.
Buna diyecek yok: Çünkü sen, Mustafa’sın ve Kemal’in kardeşisin
S uriye-Hüseyin EL-HABBAL
ATA DEDİM ATA DEDİM
Ata dedim Türkiye dedim
Ata dedim asker dedim
Ata dedim Avrupa dedim
Ata dedim köprü dedim
***
Ata dedim Çanakkala dedim
Ata dedim Samsun dedim
Ata dedim Anadolu dedim
Ata dedim Özgürlük dedim
***
Ata dedim ırmaklar dedim
Ata dedim denizler dedim
Ata dedim gökler dedim
Ata dedim gözler dedim
Yugoslavya-Süleyman BRİNA
ATAM, MUSTAFAM, KEMALİM
Sen bizlere yepyeni bir yurt vrdin Atam,
Bu toprağa doğadan güzelliktir selam,
Devrimlerden mamur bir cennettir bu Atam,
Daima sana minnattardır bu sevgili vatan.
***
Sen bizlere Cumhuriyeti verdin Atam,
Türklere yaraşır yönetimi sapasağlam
Tüm erdemler devletidir kurduğun Atam
Gençliğe emanettir bu eşsiz armağan,
***
Rehberimizsin, aydın öncümüzsün Atam
Biz öğrenci, sen başöğretmen eşsiz paşam
Mustafamsın aramızda insancıl Atam
Gerçek Kemalsin, örneksin eşsiz Komutan
***
Türkiye Ermenilerinden-Ara GÜRDEN
ATATÜRKÇÜ OLMAK
Atatürkçü olmak,
Kolay bir iş değil elbet
Atatürk gibi sevmek gerek
Yurdunu, milletini
İnançla sarılmak her işe
Bırakmamak başladığını hiç yarım
Dağ gibi zorluklar karşısında bile
Direnmek yılmadan/korkmadan
***
Kıbrıs-İlter VEZİROĞLU
ATATÜRK’E
Tarih huzurunda eğilmelidir
Her ünlü kahraman gelmeli dize;
Kurduğun yep yeni bir Türk devletidir
Sen bir harikasın, sen bir mucize
***
Gökler kara iken gönüller kara
Sen büyük bir güneş, bir vatan oldun
Bizi götürdün bir ilkbahara
Her şeyi yeniden yaratan oldun
Yunanistan-Ali HALİL
Fırtınalar denizlerin üstünde koştu.
Hemen korkunç dalgalar estirip coştu.
Bütün engelleri yıktı, devirdi
Ne korkuttu seni, ne yolundan çevirdi.
***
Çürük temellerden aldın sen insanları
Sildin taassubu, yıkadın vicdanları
Aydınlık vermek için aziz diyara
Cehaleti öldürdün koydun mezara
Bulgaristan-Lubomir BOBEVSKİ
ATA’YA ŞÜKRAN
Han Atam, Tanrı’nın özel elçisi Hakan Atam
Gönül kapısını evlatlarına açan Atam
***
Sen Ulu, Türkler Atası vasfını nasıl aldın
Atalar Atasısın sen, en büyük insan Atam
Her sözün bana hadistir can verir bana daim
Türklüğümü senden aldım, göğsüm asman Atam
Afganistan -M.Sabir KARGER
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarptı şiddetle, çarptı şiddetle!
Dağıttı düşmanı sürülerin, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdir, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
***
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
MARŞ
Mustafa Kemal Paşa
Çarpttı şiddetle, çarpttı şiddetle!
Dağıttı düşman sürülerini, sürülerini
O’nu Tanrı göndermişti:
Savaşı kazanmak için
Güzel yurduna barış getirmek için
Zalimdi, hırslı haindi düşman
Haindi düşman...
Güçlüydü Kemal Paşa,
Yendi Yunan’ı, yendi Yunan’ı...
Acılar döndü sonsuz sevince...
****
Avusturya-Leopoldine KÖNİG
ATATÜRK LAZIMDIR
Unutulmaz, unutulmaz ulu kurbanlarımız,
Gün gibi kızlarımız, ay gibi oğlanlarımız.
***
Türk’ün özgürlüğünü duymaya Türk lazımdır,
Bak bugünler ölüme dalmış olan milletime.
***
Milletin remzi olan bir Atatürk lazımdır
Anayurtta Atasız kalmış olan milletime
Azerbaycan-Refik Zeka HANDAN
TÜRK HALKINA
“Zamanın Doğu ve Batı’nın
Tarihin yazdığı yerde,
Atatürk’ün ülkesinde
Şaşırtıcı bir duygu bulurum
Kalbim dost Türk yakınlığı ve
Hazzıyla dolup taşar...
Sevgi ve en iyi duyguların güzel
Tohumlarını ekerim...”
Bangladeş-Hussain Muhammed ERSHAD
ATATÜRK’E
Ey Atatürk, Atatürk
Seni salcak yada Türk
Secde gelip karşında
Yannam senle oda Türk
***
Sen geldin cihana
Bütün dünya uyana
Mutlular mutlusudur
Sen doğan bir ana
***
Yurdun doğu-batısı
İstiklalin butası
Magribden maşrıka dek
Türk oğlu, Türk asası.
Gürcistan-Azim İSMAYILLI
MUSTAFA KEMAL PAŞA
Türkiye Türklerindir
Bu dünya başı dim-diklerindir
Gögüsten çıkan bu ses
Yerlerin göklerindir
Hür ölürsen er isen
Köyde ve kentlerde
Kendine bey olamazsın
İster gökte ister yerde ol
Atanın ismini unutursan
İpek dilimi kaybedersen
Erkeklik olur berbat
Anan sana gül verdi
Hür yurduna yol verdi
Canlı imanlı yurtlu
Baba ana hep Türktür
Canım yurt hepsi Türktür
Özbekistan-Tora MİRZA
MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA SESLENİŞ
Bir millet var...biz onun varlığı ile ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir başka yön verdi bizlere...dağlar aştık
Dünya güneşi olduk, bir kıvılcım yerine...
Bir zamanlar ayları taşırdı atlarımız
Şimdi avlanan biziz...kırık pusatlarımız
Koş Mustafa Kemal Koş, atın çatlayana dek...
Bizi tedbir mat etti. Sana tedbir ne gerek.
Pakistan-Muhammed İKBAL
ATATÜRK’ÜN ANIT KABRİ ÖNÜNDE
Bir kız çocuğu durmuş
Anıt kabri önünde,
Titrer titrer elinde
Bir demet çiçek getirmiş...
-Kimsin, kimsin ey kızım?
Kime vereceksin çiçekleri?
- Şey...ATA’ma getirmiştim...
Kurtardığı vatanımızın
Ben de bir çocuğuyum...
Dedi...
Romanya-İon ARİON
EY MUSTAFA’NIN ADASI
Yanlış yola sapanlarla Allah için savaştım
Dağlar ve bayırlar ortasında onlara, tatlı uykularını haram ettin
Onlara ölümün acısını tattırdın. Ve suçlarının cezasını kadehinide içirdin.
Onların zulüm bayraklarını indirdin ve hilal bayraklarını yükselttin.
Mızraklar ve cilalı kılıçlarla Muhammed’in dinine yardımcı oldun.
Buna diyecek yok: Çünkü sen, Mustafa’sın ve Kemal’in kardeşisin
S uriye-Hüseyin EL-HABBAL
ATA DEDİM ATA DEDİM
Ata dedim Türkiye dedim
Ata dedim asker dedim
Ata dedim Avrupa dedim
Ata dedim köprü dedim
***
Ata dedim Çanakkala dedim
Ata dedim Samsun dedim
Ata dedim Anadolu dedim
Ata dedim Özgürlük dedim
***
Ata dedim ırmaklar dedim
Ata dedim denizler dedim
Ata dedim gökler dedim
Ata dedim gözler dedim
Yugoslavya-Süleyman BRİNA
ATAM, MUSTAFAM, KEMALİM
Sen bizlere yepyeni bir yurt vrdin Atam,
Bu toprağa doğadan güzelliktir selam,
Devrimlerden mamur bir cennettir bu Atam,
Daima sana minnattardır bu sevgili vatan.
***
Sen bizlere Cumhuriyeti verdin Atam,
Türklere yaraşır yönetimi sapasağlam
Tüm erdemler devletidir kurduğun Atam
Gençliğe emanettir bu eşsiz armağan,
***
Rehberimizsin, aydın öncümüzsün Atam
Biz öğrenci, sen başöğretmen eşsiz paşam
Mustafamsın aramızda insancıl Atam
Gerçek Kemalsin, örneksin eşsiz Komutan
***
Türkiye Ermenilerinden-Ara GÜRDEN
ATATÜRKÇÜ OLMAK
Atatürkçü olmak,
Kolay bir iş değil elbet
Atatürk gibi sevmek gerek
Yurdunu, milletini
İnançla sarılmak her işe
Bırakmamak başladığını hiç yarım
Dağ gibi zorluklar karşısında bile
Direnmek yılmadan/korkmadan
***
Kıbrıs-İlter VEZİROĞLU
ATATÜRK’E
Tarih huzurunda eğilmelidir
Her ünlü kahraman gelmeli dize;
Kurduğun yep yeni bir Türk devletidir
Sen bir harikasın, sen bir mucize
***
Gökler kara iken gönüller kara
Sen büyük bir güneş, bir vatan oldun
Bizi götürdün bir ilkbahara
Her şeyi yeniden yaratan oldun
Yunanistan-Ali HALİL
TOPAL OSMAN AĞA MİLİS YARBAYI
“Ben bu destana başlamadan önce
Babamdan duyduğum anılar vardı.
Babam anlatmaya başlayınca
Annem sessizce ağlardıb” (1)
Topal Osman (Osman Ağa) 1883 yılında Giresun Hacıhüseyin Mahallesinde doğmuştur. Babası Feridunzadelerden Hacı Mehmet Efendi annesi Zeynep Hanımdır. Giresun eşrafından’dır.
Ticaretle uğraşmışlar, Karadeniz limanları arasında taşımacılık yapmışlardır. Ekonomik durumları iyidir. Liderlik vasıflarına sahip olduğu için Osman’a, Osman Ağa denilmiştir. Daha sonraları Aksu Deresi ağzına kurulmuş kereste fabrikasına ortak olmuştur.
Osman Ağa askerliği sevmesine rağmen bu isteğini gerçekleştirememiştir. Babası Hacı Mehmet Efendi Osman’ı askere göndermek istemez. Elli dört altın lira askerlik bedelini öder. Bu duruma üzülen Osman Ağa gönüllü olarak askere yazılır.
1912 yılında başlayan Balkan Savaş’ına katılır. Arkadaşları ile birlikte Çatalca cephesinde savaşır. Onbeş yerinden yaralanarak sağ bacağından sakat kalır. “Topal” ünvanı buradan gelmektedir. Topal olarak Giresun’a geri döner.
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine gönüllü arkadaşlarıyla birlikte Kasım 1915’te “Kafkas” cephesine gider. “Giresun Gönüllü Taburu” Ruslar karşısında başarılar elde ederler. Sarıkamış yenilgisi üzerine Rus Ordusu ilerler. Topal Osman’ın gönüllülerinin sayısı hızla artar. Gerilla Savaşı ile Ruslara önemli kayıplar verdirir. Savaş sırasında 94. Alay’da gösterdiği başarılarından dolayı kendisine Milis Yarbay rütbesi verilir.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Antlaşma gereğince galip devletler ülkeyi işgale başlarlar. Yurdun her bölgesinde olduğu gibi Karadeniz Bölgesinde de azınlıklar (Rum-Pontus) iyice azıtır, Türk halkına saldırmaya başlarlar.
Topal Osman Giresun ve çevresinde kendine bağlı kişilerle önemli bir güce sahiptir. 1918 Şubatında kendini Belediye Başkanı ilan eder. Gerek silahlı adamları gerekse Belediye Başkanı olması Rumları telaşlandırır.
Rum ve Ermenilerin galip devletlere ve İstanbul Hükümetine şikayetleri üzerine Topal Osman Divan-ı Harb’e verilir. Suçlu görülerek, yakalanarak İstanbul’a getirilmesi kararı alınır. Durumu haber alan Topal Osman adamları ile birlikte Giresun’dan ayrılarak Yavuzkemal ve Şebinkarahisar çevresine çekilir.
Topal Osman’ın Giresun’dan ayrılmasını fırsat bilen yerli Rumlar çalışmalarını hızlandırırlar, gemilerle azımsanmayacak Rum’u Giresun ve çevresine taşırlar.
Topal Osman’da boş durmaz, çevredeki Rum köylerine baskınlar yapar.
Giresun Halkıda tavrını açıkça gestererek Milli Mücadelenin yanında yerini alır. Şubat 1919’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak yönetimine Dizdaroğlu Eşref, Dr. Ali Naci Duyduk, İbrahim Hamdi, Niyazi Tayyip Ethem ve Nazif Bey’leri getirirler. “Karadeniz” ve “Işık” gazetelerini çıkararak halkı aydınlatmaya başlarlar.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunalılar tarafından işgali Giresun’da büyük bir galeyana neden olur. Çamlı Çarşı önünde gösteriler düzenlenir. İstanbul’da Devlet yetkililerine ve itilaf temsilciliklerini protesto telgrafları çekilir.
Damat Ferit’te çekilen telgraftan: “....Size Türk Sadrazamı olarak sesleniyoruz. İzmir’de Yunan bayrağı mı sallanacak, Türk bayrağı mı? Darağacıları bizim ufkumuzda da belirmekte, idam anımız yaklaşmaktadır. İzmir’in Yunan’a katıldığını öğrendiğimiz gün, Giresun ve çevresi sessiz kalmayacaktır. Zor sonucu geciktirmeden başka bir işe yaramayacaktır.” (2)
Topal Osman ve Giresun Gönüllülerinin değerini anlamak için o günlerde Rumların yaptıklarına bakmak gerekecektir.
Ele geçirilen bir haritaya göre Pontus Rum Cumhuriyet’i merkezi merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İstanbul’un batısına kadar olan Karadeniz kıyısı ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve birazda Erzurum ilini kapsamaktadır.
Ankara Hükümeti’nin 15 Eylül 1921 tarihli İtilaf Devletlerine verdiği cevaptan: “...Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, Yalnız Samsun bölgesinde Rum Çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadınının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır...”(3)
“19 Mayıs’ının 9. günü Merzifon’un Mahmutlu köyünde, terhis edilerek memleketlerine dönmekte olan yedi Türk askerinden altısı Rumlar tarafından öldürülmüşlerdir.” (4)
(Harb Tarihi Vesikalar dergisi S.5 Belge-103)
“Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Ladik, Havza, Tokat ve Erbaa civarında 1921’de öldürülen Türklerin sayısı 1641, yaralananların sayısı da 923’tür. Aynı yıl içinde bu çetelerin, Türk Köylerini basarak iki milyon lira değerinde nakit, mal ve eşya yağma ettikleri tesbit olunmuştur. Çağşur köyünü yakmışlar ve halkını öldürmüşlerdir.”(5)
(Türk İstiklal Harbi-İç Ayaklanmalar. C.6/141-144)
Rum Çeteleri dışardan bir müdahale yapılmasını beklerken civardaki Rum köylerini denetimleri altında tutmaya çalışırlar. Türk köylülerini silahlandırmaya çalışan Ankara Hükümeti’nin ise eli kolu hem çeşitli ayaklanmalar hem de Yunan Ordusu’nun ilerleyişi nedeni ile bağlıdır. Türk çetelerinin varlıklarını dayatabilecekleri tek bölge Topal Osman’ın hüküm sürdüğü Giresun bölgesidir.” (6)
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a geldikten sonra İstanbul’a en az beş rapor göndermiştir. Bu Raporlarda bölgenin durumundan ve Topal Osman’dan bahsetmektedir.
Özetle Amasya’da 21, Tokat-Niksar’da 5, Samsun’da 40 Rum Çetesi bulunmaktadır. Merzifon’da İngiliz, Amerikan memur ve subayları görev yapmakta, Merzifon Kaymakamı Magrit Efendi olup, Ladik Kaymakamı ise Rumdur.
“Trabzon Vilayetine gelince, İslamdan birkaç çete var ise de soygunculuk maksadına dayanıyor. TEHCİR işlerinden dolayı yakalanmamak için kaçan Topal Osman Ağa Çetesi mühim olup, Giresun ve civarında faaliyettedir.” (7)
Bilinen gerçek o dur ki, Giresun ve Karadeniz Bölgesinde Rum çetelerine karşı mücadele eden en etkili güç Topal Osman’ın gücüdür. Tümen Komutanının Osman Ağa’ya asker kaçaklarını kovalama ve yakalama emrini vermesiyle etkisi daha artar, Rumların karşısına dikilir.
29 Mayıs 1919’da Atatürk’ün çağrısı üzerine Temoğlu İsmail Çavraklı Kara Ahmet ve Dalgaroğlu Bilal’le birlikte Havza’ya gelerek görüşür. İstanbul Hükümeti tarafından yakalanması için aranan bir kişi olmasına rağmen Mustafa Kemal’in daveti ve görev verişi O’na bağlanmasına neden olur.
“Topal Osman Ağa artık bu dakikadan itibaren fikirleriyle, canıyla, malıyla, adamlarıyla ve her şeyiyle Mustafa Kemal’in yanındaydı. O’nun için canını her an vermeye hazırdı...” (8)
Mustafa Kemal Paşa’nın bir sorusu üzerine Topal Osman: “Siz hiç merak etmeyin Paşam! Bu Pontus Rumlarına öyel bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşşek arıları gibi boğulup gidecekler.”(9)
5 Haziran 1919 günü Rumları Taş Mektep’e Rum bayrağını çekerek, esnafa ve halka saldırırlar. Bunları haber alan Topal Osman atlı adamları ile birlikte Giresun’a gelerek Rum bayrağını indirir, sorumlu Rum ustasını da yanına alarak gider, sonra da öldürür.
Bir taraftan Rumlara baskı yaparak şikayetlerini geri almalarını ister. Diğer taraftan da Giresun Muhafaza-i Hukuk Cemiyet’i yetkililerinin Topal Osman’ı geri getirmek istemeleri ve İstanbul Hükümetine yaptıkları girişimler sonuç verir. 8 Temmuz 1919’da Topal Osman’ın tutulanma kararı Sultan Vahdettin tarafından kaldırılır.
Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekler. Kongreden sonra Giresun’ gelerek Kadıoğlu İsmail Bey’den Belediye Başkanlığını devralır ve Cemiyetin de Başkanı olur.
Eylül 1920’de Ermeni harekatını bastırmak için Kars’a gider. Kazım Karabekir Paşa’nın komuta ettiği 15. Kolordu emrinde başarılı hizmetler vererek Giresun’a döner.
Ekim sonlarında Giresun’dan hareket ederek 11 Kasım’da Ankara’da Kurtuluş önderi Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girer. O’nun korunması ile görevlendirilir. Yerel giysili (aba-zıpka-başlık, kemençede unutulmamalı) birliğin komutanıdır. Osman Ağa arkadaşlarına şöyle seslenir.
“Mustafa Kemal Paşa”nın hayatı ve muhafazası size, yalnız size aittir. O’nu her yerde koruyacaksınız. Şayet Mustafa Kemal Paşa’ya bir şey olursa kendinizi yok bilin. Hatta memlekette bıraktıklarımızıda yok bilin.” (10)
“Giresun Gönüllü Laz Müfrezesi” başlangıçta şu kişilerden oluşmaktadır: Oğlu İsmail, Asım, Mustafa Kaptan, Tığlıoğlu Ömer, Kırlak Hüseyin, Aşıkoğlu Garip, Yoloğlu Hüseyin, Yılancıoğlu Hasan, Alişıhoğlu Mehmet, Osmanoğlu Ali, Köseoğlu Hamit ve Sarı Mustafa’dır. Zamanla bu sayı 200 üzerine çıkacaktır.
6 Mart-17 Haziran 1921’de sona eren “Koçkiri” isyanında önemli rol üstlenir. Üzerine Beko gönderilir. Refahiye Kayadibi bölgesinde kuşatılır. 11. Alaya bağlı 2. Taburun yetişmesiyle rahatlar ve isyanı sonlandırır. Suşehri, Koyulhisar, Niksar ve Erbaa yoluyla geri döner. Havza’ya gelinceye kadar büyük işler başarırır.
Giresun Gönüllülerinden oluşturduğu 42. ve 47. Alaylarla birlikte 9 Ağustos’ta Ankara’dan Batı Cephesine hareket eder. Sakarya Savaşı’nda (23 Ağustos-12 Eylül) 42. ve 47. Alaylar büyük kahramanlıklar gösterir. Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey’in Komuta ettiği 42. Alay Mangaltepe ve Taştepede tümden şehit olurlar. 47. Alay’dan ise çok az kişi kalmıştır. Afyon’da ve Batı cephesinde Giresunlu şehitler de yatmaktadır.
Ülkesi ve ulusu için kanlarını döken şehitler nur içinde yatsınlar!
Savaştan sonra Topal Osman Ağa Gülnihal vapuruyla 21 Aralık 1922’de Giresun’a gelir. Büyük karşılama töreni yapılır. Halk kahramanını bağrına basar.
Tekrar Ankara’ya gelen Topal Osman Meclis Muhafız Birliği komutanı olur. Ayrancı civarında “Papazın Bağı” kendisine ayrılan özel yerde silahlı adamları ile oturur, oturumları izelr ve güvenliği sağlar.
Mustafa Kemal’i eleştirenlere karşı tahammülsüzdür, sert bakışlar fırlattı, selamlarını almadığı, selam vermediği anlatılmaktadır.
“Millet Meclisi Topal Osman’dan sorulur.”(11)
Topal Osman, Papazın Bağı’nın dışında Samanpazarı’nda en yakın iki arkadaşı ile birlikte kiraladığı evde oturmaktadır. Burada Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i 26/27 Mart 1923 gecesi boğdurur. Mühye Köyüne gömdürür.
Olayın ortaya çıkması üzerine teslim olmaz. General İsmail Hakkı Tekçe’nin komuta ettiği Devlet güçleri tarafından Ayrancıdaki Papazın Bağındaki evinde 2 Nisan 1923 günü öldürülür. Cenazesi kardeşi Hacı Hasan Efendi tarafından önce Trenle İstanbul’a sonra da deniz yoluyla Giresun’a getirilir. Giresun Kalesine defnedilir.
1925 yılında Giresun Kalesindeki Anıtmezarda yatmakta, halk ve turistler tarafından ziyaret edilmektedir.
Ali Şükrü olayı elbette üzücüdür. Böyle bir olay tek yaşanmasaydı. Yine Topal Osman’ın sert önlemlere başvurduğu, “gemi kazalarında Rumları yaktığı, taş bağlayıp denize attığı söylenmekte”, “Koçkiri” isyanındaki tavrı eleştirilmektedir.
Ancak olayları bir veya birkaç nedenle açıklamaya kalkışmak tarihi bir yanılgıdır. O günün koşulları içinde olayları irdelemek ve incelemek daha gerçekcidir.
Topal Osman’ı asker kaçağı, mafya lideri olarak tanıtmaya kalkışmak “Ergenekon’a” indirmek kişisel linç ve hınçtan başka bir şey değildir.
Harb Tarihi Dairesi (ATASE), Türk İstiklal Harbi, 15 Eylül 1921 tarihli Ankara Hükümeti bildirisi, Kurtuluş Önderi Mustafa Kemal’in raporları, yerli ve yabancı araştırmacıların yazdıklarını da incelemek gerekir.
Topal Osman’ı tek yönüyle eleştirmek, Karadeniz Bölgesinde daha çok kadının ırzına geçilmesini, daha çok insanımızın katledilmesini, evlerinin yıkılmasını, yakılmasını, mallarının yağmalanmasını, bölgede bir Rum Devletinin kurulmasını istemek anlamına gelmez mi?
Giresun Gönüllü 42. ve 47. Alayının şehitlerinin ruhunu sızlatmaz mı? Yurt; bağrımızda beslediğimiz ilk fırsatla bizi zehirleyecek yılanlara mı bırakılsaydı?
Topal Osman Ağa, günahıyla sevabıyla Balkan ve Birinci Dünya Savaşında görev almış Rumlarla karşı Karadeniz de bölge halkının “Kurtarıcısı” olmuş, Kurtuluş Savaşı’nda başarılar kazanmış, gazi olmuş “Mangal Yürekli” bir milis kahramanıdır.
***
24 Mayıs 2010 Ekleme:
TOPAL OSMAN Milis Yarbayi.Sicil No:342
65 arkadasi ile,Ekim 1912’de Balkan Savasina katilmistir.Yaralanmis Topal Osman olmustur.30 Kasim 1915’te 93 kisi ve Trabzon cezaevinden tahliye ettigi 150 Giresunlu ile Birinci Dunya Savasina katilmistir.Ruslarin Batuma saldirmasi uzerine HARSIT cephesini kurmus ve basarilar gostermistir.
1918 Subat gunu Giresun Belediye Baskanligini Haci Beyden Devralir.GEDIKKAYA Gazetesini cikarir.Giresun Askerlik Subesi Baskani Tirebolulu Huseyin Avni Alpaslan bey imzasiz fakat atesli yazilar yazar.
Dr.Ali Naci Duyduk veIbrahim Hamdi Beyleri Erzurum Kongresine gonderir.Bunlarin Mustafa Kemal’ekarsi olmasini icine sindiremez,yurt disina kacmalarina neden olur.
Eylul 1920’de ERMENI Harekatina 850 kisi ile katilir,15.Kolordu emrinde gorev yapar.
42.ve 47.Alaylari kurmus SAKARYA savasina katilmistir.42.Alayin buyuk kismi ve 47.Alayin bir kismi sehit olmustur.Huseyin Avni Bey’de sehitler arasindadir.En az yuzde altmis sehit vermislerdir.(Damar ARIKOGLU-Yakin Tarihimiz-S/259-260) Savasin en kizgin anlarinda sungusuz olduklari icin EGRI BICAKLARI ile dusmana korkusuzca saldirmislardir.Gunumuzde TOPAL OSMAN’I ve GIRESUN USAKLARINI acimasizca elestirenler o gunleri bilmeyyen acnacak zavallilardir.
Afyon-Incehisar Doganlar Koyu Sivri Tepe’de sehit oolan Usaklar icin ,” 47. Giresun Gonullu Alayi Sehitligi”28 Agustos 1992 tarihinde DEVLET TORENI ile acilmistir.
ATATURK;”AFYONKARAHISAR’da,DUMLUPINAR’da sizing USAKLARda Vardi” demister.
Catismada yarali olarak ele gecirilmis yolda olmustur.Nedendir bilinmez basi kesilmistir. Mezarindan cikarilarak meclis onunde bacaklarindan asiomistir.
Giresun’da KURBAB DEDE turbesinin yanina defnedilmistir.
Haca gitmesine olumu neden oldugundan yerine silah arkadasi Alay Imami Bulancak Kucuklu Koyunden Kurtoglu Haci Hafiz Mustafa Efendi gitmistir.
Bu gun Giresun Kalesinde Anit Mezarinda yatmaktadir.
24 Mayis 2010
Mehmet DEMIRAG
Babamdan duyduğum anılar vardı.
Babam anlatmaya başlayınca
Annem sessizce ağlardıb” (1)
Topal Osman (Osman Ağa) 1883 yılında Giresun Hacıhüseyin Mahallesinde doğmuştur. Babası Feridunzadelerden Hacı Mehmet Efendi annesi Zeynep Hanımdır. Giresun eşrafından’dır.
Ticaretle uğraşmışlar, Karadeniz limanları arasında taşımacılık yapmışlardır. Ekonomik durumları iyidir. Liderlik vasıflarına sahip olduğu için Osman’a, Osman Ağa denilmiştir. Daha sonraları Aksu Deresi ağzına kurulmuş kereste fabrikasına ortak olmuştur.
Osman Ağa askerliği sevmesine rağmen bu isteğini gerçekleştirememiştir. Babası Hacı Mehmet Efendi Osman’ı askere göndermek istemez. Elli dört altın lira askerlik bedelini öder. Bu duruma üzülen Osman Ağa gönüllü olarak askere yazılır.
1912 yılında başlayan Balkan Savaş’ına katılır. Arkadaşları ile birlikte Çatalca cephesinde savaşır. Onbeş yerinden yaralanarak sağ bacağından sakat kalır. “Topal” ünvanı buradan gelmektedir. Topal olarak Giresun’a geri döner.
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine gönüllü arkadaşlarıyla birlikte Kasım 1915’te “Kafkas” cephesine gider. “Giresun Gönüllü Taburu” Ruslar karşısında başarılar elde ederler. Sarıkamış yenilgisi üzerine Rus Ordusu ilerler. Topal Osman’ın gönüllülerinin sayısı hızla artar. Gerilla Savaşı ile Ruslara önemli kayıplar verdirir. Savaş sırasında 94. Alay’da gösterdiği başarılarından dolayı kendisine Milis Yarbay rütbesi verilir.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Antlaşma gereğince galip devletler ülkeyi işgale başlarlar. Yurdun her bölgesinde olduğu gibi Karadeniz Bölgesinde de azınlıklar (Rum-Pontus) iyice azıtır, Türk halkına saldırmaya başlarlar.
Topal Osman Giresun ve çevresinde kendine bağlı kişilerle önemli bir güce sahiptir. 1918 Şubatında kendini Belediye Başkanı ilan eder. Gerek silahlı adamları gerekse Belediye Başkanı olması Rumları telaşlandırır.
Rum ve Ermenilerin galip devletlere ve İstanbul Hükümetine şikayetleri üzerine Topal Osman Divan-ı Harb’e verilir. Suçlu görülerek, yakalanarak İstanbul’a getirilmesi kararı alınır. Durumu haber alan Topal Osman adamları ile birlikte Giresun’dan ayrılarak Yavuzkemal ve Şebinkarahisar çevresine çekilir.
Topal Osman’ın Giresun’dan ayrılmasını fırsat bilen yerli Rumlar çalışmalarını hızlandırırlar, gemilerle azımsanmayacak Rum’u Giresun ve çevresine taşırlar.
Topal Osman’da boş durmaz, çevredeki Rum köylerine baskınlar yapar.
Giresun Halkıda tavrını açıkça gestererek Milli Mücadelenin yanında yerini alır. Şubat 1919’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak yönetimine Dizdaroğlu Eşref, Dr. Ali Naci Duyduk, İbrahim Hamdi, Niyazi Tayyip Ethem ve Nazif Bey’leri getirirler. “Karadeniz” ve “Işık” gazetelerini çıkararak halkı aydınlatmaya başlarlar.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunalılar tarafından işgali Giresun’da büyük bir galeyana neden olur. Çamlı Çarşı önünde gösteriler düzenlenir. İstanbul’da Devlet yetkililerine ve itilaf temsilciliklerini protesto telgrafları çekilir.
Damat Ferit’te çekilen telgraftan: “....Size Türk Sadrazamı olarak sesleniyoruz. İzmir’de Yunan bayrağı mı sallanacak, Türk bayrağı mı? Darağacıları bizim ufkumuzda da belirmekte, idam anımız yaklaşmaktadır. İzmir’in Yunan’a katıldığını öğrendiğimiz gün, Giresun ve çevresi sessiz kalmayacaktır. Zor sonucu geciktirmeden başka bir işe yaramayacaktır.” (2)
Topal Osman ve Giresun Gönüllülerinin değerini anlamak için o günlerde Rumların yaptıklarına bakmak gerekecektir.
Ele geçirilen bir haritaya göre Pontus Rum Cumhuriyet’i merkezi merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İstanbul’un batısına kadar olan Karadeniz kıyısı ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve birazda Erzurum ilini kapsamaktadır.
Ankara Hükümeti’nin 15 Eylül 1921 tarihli İtilaf Devletlerine verdiği cevaptan: “...Mütarekeden Eylül 1920 tarihine kadar, Yalnız Samsun bölgesinde Rum Çeteleri 699 Türk öldürmüşler, 59 Türk’ü yaralamışlar, 15 Türk’ü dağa kaldırmışlar, 13 Türk kadınının ırzına geçmişler, 41 köy, 26 çiftlik ve değirmen yakmışlardır...”(3)
“19 Mayıs’ının 9. günü Merzifon’un Mahmutlu köyünde, terhis edilerek memleketlerine dönmekte olan yedi Türk askerinden altısı Rumlar tarafından öldürülmüşlerdir.” (4)
(Harb Tarihi Vesikalar dergisi S.5 Belge-103)
“Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Ladik, Havza, Tokat ve Erbaa civarında 1921’de öldürülen Türklerin sayısı 1641, yaralananların sayısı da 923’tür. Aynı yıl içinde bu çetelerin, Türk Köylerini basarak iki milyon lira değerinde nakit, mal ve eşya yağma ettikleri tesbit olunmuştur. Çağşur köyünü yakmışlar ve halkını öldürmüşlerdir.”(5)
(Türk İstiklal Harbi-İç Ayaklanmalar. C.6/141-144)
Rum Çeteleri dışardan bir müdahale yapılmasını beklerken civardaki Rum köylerini denetimleri altında tutmaya çalışırlar. Türk köylülerini silahlandırmaya çalışan Ankara Hükümeti’nin ise eli kolu hem çeşitli ayaklanmalar hem de Yunan Ordusu’nun ilerleyişi nedeni ile bağlıdır. Türk çetelerinin varlıklarını dayatabilecekleri tek bölge Topal Osman’ın hüküm sürdüğü Giresun bölgesidir.” (6)
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a geldikten sonra İstanbul’a en az beş rapor göndermiştir. Bu Raporlarda bölgenin durumundan ve Topal Osman’dan bahsetmektedir.
Özetle Amasya’da 21, Tokat-Niksar’da 5, Samsun’da 40 Rum Çetesi bulunmaktadır. Merzifon’da İngiliz, Amerikan memur ve subayları görev yapmakta, Merzifon Kaymakamı Magrit Efendi olup, Ladik Kaymakamı ise Rumdur.
“Trabzon Vilayetine gelince, İslamdan birkaç çete var ise de soygunculuk maksadına dayanıyor. TEHCİR işlerinden dolayı yakalanmamak için kaçan Topal Osman Ağa Çetesi mühim olup, Giresun ve civarında faaliyettedir.” (7)
Bilinen gerçek o dur ki, Giresun ve Karadeniz Bölgesinde Rum çetelerine karşı mücadele eden en etkili güç Topal Osman’ın gücüdür. Tümen Komutanının Osman Ağa’ya asker kaçaklarını kovalama ve yakalama emrini vermesiyle etkisi daha artar, Rumların karşısına dikilir.
29 Mayıs 1919’da Atatürk’ün çağrısı üzerine Temoğlu İsmail Çavraklı Kara Ahmet ve Dalgaroğlu Bilal’le birlikte Havza’ya gelerek görüşür. İstanbul Hükümeti tarafından yakalanması için aranan bir kişi olmasına rağmen Mustafa Kemal’in daveti ve görev verişi O’na bağlanmasına neden olur.
“Topal Osman Ağa artık bu dakikadan itibaren fikirleriyle, canıyla, malıyla, adamlarıyla ve her şeyiyle Mustafa Kemal’in yanındaydı. O’nun için canını her an vermeye hazırdı...” (8)
Mustafa Kemal Paşa’nın bir sorusu üzerine Topal Osman: “Siz hiç merak etmeyin Paşam! Bu Pontus Rumlarına öyel bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşşek arıları gibi boğulup gidecekler.”(9)
5 Haziran 1919 günü Rumları Taş Mektep’e Rum bayrağını çekerek, esnafa ve halka saldırırlar. Bunları haber alan Topal Osman atlı adamları ile birlikte Giresun’a gelerek Rum bayrağını indirir, sorumlu Rum ustasını da yanına alarak gider, sonra da öldürür.
Bir taraftan Rumlara baskı yaparak şikayetlerini geri almalarını ister. Diğer taraftan da Giresun Muhafaza-i Hukuk Cemiyet’i yetkililerinin Topal Osman’ı geri getirmek istemeleri ve İstanbul Hükümetine yaptıkları girişimler sonuç verir. 8 Temmuz 1919’da Topal Osman’ın tutulanma kararı Sultan Vahdettin tarafından kaldırılır.
Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekler. Kongreden sonra Giresun’ gelerek Kadıoğlu İsmail Bey’den Belediye Başkanlığını devralır ve Cemiyetin de Başkanı olur.
Eylül 1920’de Ermeni harekatını bastırmak için Kars’a gider. Kazım Karabekir Paşa’nın komuta ettiği 15. Kolordu emrinde başarılı hizmetler vererek Giresun’a döner.
Ekim sonlarında Giresun’dan hareket ederek 11 Kasım’da Ankara’da Kurtuluş önderi Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girer. O’nun korunması ile görevlendirilir. Yerel giysili (aba-zıpka-başlık, kemençede unutulmamalı) birliğin komutanıdır. Osman Ağa arkadaşlarına şöyle seslenir.
“Mustafa Kemal Paşa”nın hayatı ve muhafazası size, yalnız size aittir. O’nu her yerde koruyacaksınız. Şayet Mustafa Kemal Paşa’ya bir şey olursa kendinizi yok bilin. Hatta memlekette bıraktıklarımızıda yok bilin.” (10)
“Giresun Gönüllü Laz Müfrezesi” başlangıçta şu kişilerden oluşmaktadır: Oğlu İsmail, Asım, Mustafa Kaptan, Tığlıoğlu Ömer, Kırlak Hüseyin, Aşıkoğlu Garip, Yoloğlu Hüseyin, Yılancıoğlu Hasan, Alişıhoğlu Mehmet, Osmanoğlu Ali, Köseoğlu Hamit ve Sarı Mustafa’dır. Zamanla bu sayı 200 üzerine çıkacaktır.
6 Mart-17 Haziran 1921’de sona eren “Koçkiri” isyanında önemli rol üstlenir. Üzerine Beko gönderilir. Refahiye Kayadibi bölgesinde kuşatılır. 11. Alaya bağlı 2. Taburun yetişmesiyle rahatlar ve isyanı sonlandırır. Suşehri, Koyulhisar, Niksar ve Erbaa yoluyla geri döner. Havza’ya gelinceye kadar büyük işler başarırır.
Giresun Gönüllülerinden oluşturduğu 42. ve 47. Alaylarla birlikte 9 Ağustos’ta Ankara’dan Batı Cephesine hareket eder. Sakarya Savaşı’nda (23 Ağustos-12 Eylül) 42. ve 47. Alaylar büyük kahramanlıklar gösterir. Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey’in Komuta ettiği 42. Alay Mangaltepe ve Taştepede tümden şehit olurlar. 47. Alay’dan ise çok az kişi kalmıştır. Afyon’da ve Batı cephesinde Giresunlu şehitler de yatmaktadır.
Ülkesi ve ulusu için kanlarını döken şehitler nur içinde yatsınlar!
Savaştan sonra Topal Osman Ağa Gülnihal vapuruyla 21 Aralık 1922’de Giresun’a gelir. Büyük karşılama töreni yapılır. Halk kahramanını bağrına basar.
Tekrar Ankara’ya gelen Topal Osman Meclis Muhafız Birliği komutanı olur. Ayrancı civarında “Papazın Bağı” kendisine ayrılan özel yerde silahlı adamları ile oturur, oturumları izelr ve güvenliği sağlar.
Mustafa Kemal’i eleştirenlere karşı tahammülsüzdür, sert bakışlar fırlattı, selamlarını almadığı, selam vermediği anlatılmaktadır.
“Millet Meclisi Topal Osman’dan sorulur.”(11)
Topal Osman, Papazın Bağı’nın dışında Samanpazarı’nda en yakın iki arkadaşı ile birlikte kiraladığı evde oturmaktadır. Burada Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i 26/27 Mart 1923 gecesi boğdurur. Mühye Köyüne gömdürür.
Olayın ortaya çıkması üzerine teslim olmaz. General İsmail Hakkı Tekçe’nin komuta ettiği Devlet güçleri tarafından Ayrancıdaki Papazın Bağındaki evinde 2 Nisan 1923 günü öldürülür. Cenazesi kardeşi Hacı Hasan Efendi tarafından önce Trenle İstanbul’a sonra da deniz yoluyla Giresun’a getirilir. Giresun Kalesine defnedilir.
1925 yılında Giresun Kalesindeki Anıtmezarda yatmakta, halk ve turistler tarafından ziyaret edilmektedir.
Ali Şükrü olayı elbette üzücüdür. Böyle bir olay tek yaşanmasaydı. Yine Topal Osman’ın sert önlemlere başvurduğu, “gemi kazalarında Rumları yaktığı, taş bağlayıp denize attığı söylenmekte”, “Koçkiri” isyanındaki tavrı eleştirilmektedir.
Ancak olayları bir veya birkaç nedenle açıklamaya kalkışmak tarihi bir yanılgıdır. O günün koşulları içinde olayları irdelemek ve incelemek daha gerçekcidir.
Topal Osman’ı asker kaçağı, mafya lideri olarak tanıtmaya kalkışmak “Ergenekon’a” indirmek kişisel linç ve hınçtan başka bir şey değildir.
Harb Tarihi Dairesi (ATASE), Türk İstiklal Harbi, 15 Eylül 1921 tarihli Ankara Hükümeti bildirisi, Kurtuluş Önderi Mustafa Kemal’in raporları, yerli ve yabancı araştırmacıların yazdıklarını da incelemek gerekir.
Topal Osman’ı tek yönüyle eleştirmek, Karadeniz Bölgesinde daha çok kadının ırzına geçilmesini, daha çok insanımızın katledilmesini, evlerinin yıkılmasını, yakılmasını, mallarının yağmalanmasını, bölgede bir Rum Devletinin kurulmasını istemek anlamına gelmez mi?
Giresun Gönüllü 42. ve 47. Alayının şehitlerinin ruhunu sızlatmaz mı? Yurt; bağrımızda beslediğimiz ilk fırsatla bizi zehirleyecek yılanlara mı bırakılsaydı?
Topal Osman Ağa, günahıyla sevabıyla Balkan ve Birinci Dünya Savaşında görev almış Rumlarla karşı Karadeniz de bölge halkının “Kurtarıcısı” olmuş, Kurtuluş Savaşı’nda başarılar kazanmış, gazi olmuş “Mangal Yürekli” bir milis kahramanıdır.
***
24 Mayıs 2010 Ekleme:
TOPAL OSMAN Milis Yarbayi.Sicil No:342
65 arkadasi ile,Ekim 1912’de Balkan Savasina katilmistir.Yaralanmis Topal Osman olmustur.30 Kasim 1915’te 93 kisi ve Trabzon cezaevinden tahliye ettigi 150 Giresunlu ile Birinci Dunya Savasina katilmistir.Ruslarin Batuma saldirmasi uzerine HARSIT cephesini kurmus ve basarilar gostermistir.
1918 Subat gunu Giresun Belediye Baskanligini Haci Beyden Devralir.GEDIKKAYA Gazetesini cikarir.Giresun Askerlik Subesi Baskani Tirebolulu Huseyin Avni Alpaslan bey imzasiz fakat atesli yazilar yazar.
Dr.Ali Naci Duyduk veIbrahim Hamdi Beyleri Erzurum Kongresine gonderir.Bunlarin Mustafa Kemal’ekarsi olmasini icine sindiremez,yurt disina kacmalarina neden olur.
Eylul 1920’de ERMENI Harekatina 850 kisi ile katilir,15.Kolordu emrinde gorev yapar.
42.ve 47.Alaylari kurmus SAKARYA savasina katilmistir.42.Alayin buyuk kismi ve 47.Alayin bir kismi sehit olmustur.Huseyin Avni Bey’de sehitler arasindadir.En az yuzde altmis sehit vermislerdir.(Damar ARIKOGLU-Yakin Tarihimiz-S/259-260) Savasin en kizgin anlarinda sungusuz olduklari icin EGRI BICAKLARI ile dusmana korkusuzca saldirmislardir.Gunumuzde TOPAL OSMAN’I ve GIRESUN USAKLARINI acimasizca elestirenler o gunleri bilmeyyen acnacak zavallilardir.
Afyon-Incehisar Doganlar Koyu Sivri Tepe’de sehit oolan Usaklar icin ,” 47. Giresun Gonullu Alayi Sehitligi”28 Agustos 1992 tarihinde DEVLET TORENI ile acilmistir.
ATATURK;”AFYONKARAHISAR’da,DUMLUPINAR’da sizing USAKLARda Vardi” demister.
Catismada yarali olarak ele gecirilmis yolda olmustur.Nedendir bilinmez basi kesilmistir. Mezarindan cikarilarak meclis onunde bacaklarindan asiomistir.
Giresun’da KURBAB DEDE turbesinin yanina defnedilmistir.
Haca gitmesine olumu neden oldugundan yerine silah arkadasi Alay Imami Bulancak Kucuklu Koyunden Kurtoglu Haci Hafiz Mustafa Efendi gitmistir.
Bu gun Giresun Kalesinde Anit Mezarinda yatmaktadir.
24 Mayis 2010
Mehmet DEMIRAG
DÜNDEN GELEN IŞIK
“ YIL 1923.
Daha sonra İngiliz krallık tahtına oturacak olan Edward, Hindistan'ı veliaht olarak ziyaret etmektedir. Top ve trampet sesleri arasında bir savaş gemisinden iner. Ama kendisini karşılayanlar sadece birkaç mihrace ile birkaç yerli görevlidir.
Alışılmışın tersine, halk ortalarda yoktur.
Üzgün bir biçimde babası V. George'a bir mektup yazar ve sorar:
“Acaba bu durum, Gandi'nin düzenlediği bir aşağılama göstergesi midir ?”
Sorunun yanıtı tarihe geçmiştir:
“Hayır ! Mustafa Kemal'in açtığı Kurtuluş Savaşında aramak daha doğru olur.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İsviçre'de büyükelçiydi.Hindistan'ın genç elçisi de Gandi'nin sağ kolu olan Desai'nin oğluydu. Arkadaş oldular. Ve Hintli diplomat, ona bir anısını anlattı:
“Okuldan eve her dönüşümde babam beni yana çağırır ve ne öğrendiğimi sorardı. Ben de okuduğum derslerle ilgili olarak kendisine bilgi verirdim… Sı sık şöyle derdi: 'Bir insan olarak bu derslerden yararlanmak elbette ki gerekir. Fakat bir Hintli olarak muhtaç olduğun en büyük ders, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı tarihidir. Şimdi yanıma otur, onuda ben sana anlatayım'…”
Endonezyalı bir diplomat da Yakup Kadri Bey'e bir anısını anlatmıştı:
”9-10 Yıl önce, bir ticaret işi için Saygon'a gitmiştim. Baktım ki halk tapınaklara toplanmış bir yas ayini yapıyorlar. 'Ne oldu ? Kim öldü ?' diye sordum. 'Mustafa Kemal sonsuzluğa göçtü' dediler…”
Bir anı da Ahmet Emin Yalman'dan.
Vatan gazetesinin başyazarı, uzun gezilerinden birinde İngiliz Guyanı'na uğrar ve orada bir yerli ile aralarında şu konuşma geçer:
”Siz hangi millettensiniz?”
“Türküm.”
“Öyle ise dost ve hatta kardeş sayılırız.”
“Neden? Müslüman mısınız ?”
“ Hayır, Hristiyanım. Fakat, bağımsızlığına susamış bir Guyanlı Hristiyanım ve bir çok yurttaşım gibi, sizin kurtuluş mücadelenizin hayranlarındanım. Günün birinde, bizde büyük önderiniz Mustafa Kemal'in açtığı yoldan yürüyeceğiz…”
Son anı da gene rahmetli Karaosmanoğlun'dan .
Bresilyalı diplomat, Atatürk'ün ölümünden sonra ir gün kendisine şöyle der:
”Size doğrusunu söyleyeyim mi? Kemal Paşa sağ olduğu sürece siz bana 50 - 60 milyonluk
Bir Avrupa ülkesi gibi görünürdünüz. Şimdi üzerimde küçük bir Balkan devleti etkisi yapmaya başladınız. Ve bundan daha samimi bir itirafta bulunacağım. Biz Güney Amerika da Türk denilince bir zamanlar ülkemize gelmiş ve sonradan zengin olmuş bazı ayak satıcılarından başka kimseyi anlamazdık. Siz ulus olarak büyüklüğünüzü , şeref ve değerinizi ancak Mustafa Kemal adı işitildikten sonra takdir etme olanağından bildik…”
Ve UNESCO'nun,1979 yılında 156 ülkenin oybirliği ile Atatürk ile ilgili kararda şu satırlar var:
“Uluslar arası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışısın öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu…”
Bugün 19 Mayıs 1996.
Ülkenin gene dışta güçlü düşmanları var… İçte gene karanlık güçler var, dış düşmanların uzantıları var. Eskileri öldü :ama yeni mandacılar, eni ayrılıkçılar, yeni şeriatçılar var… Yarım yüzyıllık “gaflet” yada” ihanet'in” sonucu olarak gündeme gelmiş önemli sorunlar var…”*
Dün olduğu gibi bugünde koşullar pek değişmedi. ABD, AB yanlıları, 2. Cumhuriyetçiler, İç odakların tüm çabaları boşunadır. Türkiye Cumhuriyet'i Kurucusunun yolunda ilerleyecektir. İlelebet var olacaktır.
17 Mayıs'ta Ankara'da buluşalım el ele, yan yana, can cana !
*Ahmet Taner Kışlalı
Daha sonra İngiliz krallık tahtına oturacak olan Edward, Hindistan'ı veliaht olarak ziyaret etmektedir. Top ve trampet sesleri arasında bir savaş gemisinden iner. Ama kendisini karşılayanlar sadece birkaç mihrace ile birkaç yerli görevlidir.
Alışılmışın tersine, halk ortalarda yoktur.
Üzgün bir biçimde babası V. George'a bir mektup yazar ve sorar:
“Acaba bu durum, Gandi'nin düzenlediği bir aşağılama göstergesi midir ?”
Sorunun yanıtı tarihe geçmiştir:
“Hayır ! Mustafa Kemal'in açtığı Kurtuluş Savaşında aramak daha doğru olur.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İsviçre'de büyükelçiydi.Hindistan'ın genç elçisi de Gandi'nin sağ kolu olan Desai'nin oğluydu. Arkadaş oldular. Ve Hintli diplomat, ona bir anısını anlattı:
“Okuldan eve her dönüşümde babam beni yana çağırır ve ne öğrendiğimi sorardı. Ben de okuduğum derslerle ilgili olarak kendisine bilgi verirdim… Sı sık şöyle derdi: 'Bir insan olarak bu derslerden yararlanmak elbette ki gerekir. Fakat bir Hintli olarak muhtaç olduğun en büyük ders, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı tarihidir. Şimdi yanıma otur, onuda ben sana anlatayım'…”
Endonezyalı bir diplomat da Yakup Kadri Bey'e bir anısını anlatmıştı:
”9-10 Yıl önce, bir ticaret işi için Saygon'a gitmiştim. Baktım ki halk tapınaklara toplanmış bir yas ayini yapıyorlar. 'Ne oldu ? Kim öldü ?' diye sordum. 'Mustafa Kemal sonsuzluğa göçtü' dediler…”
Bir anı da Ahmet Emin Yalman'dan.
Vatan gazetesinin başyazarı, uzun gezilerinden birinde İngiliz Guyanı'na uğrar ve orada bir yerli ile aralarında şu konuşma geçer:
”Siz hangi millettensiniz?”
“Türküm.”
“Öyle ise dost ve hatta kardeş sayılırız.”
“Neden? Müslüman mısınız ?”
“ Hayır, Hristiyanım. Fakat, bağımsızlığına susamış bir Guyanlı Hristiyanım ve bir çok yurttaşım gibi, sizin kurtuluş mücadelenizin hayranlarındanım. Günün birinde, bizde büyük önderiniz Mustafa Kemal'in açtığı yoldan yürüyeceğiz…”
Son anı da gene rahmetli Karaosmanoğlun'dan .
Bresilyalı diplomat, Atatürk'ün ölümünden sonra ir gün kendisine şöyle der:
”Size doğrusunu söyleyeyim mi? Kemal Paşa sağ olduğu sürece siz bana 50 - 60 milyonluk
Bir Avrupa ülkesi gibi görünürdünüz. Şimdi üzerimde küçük bir Balkan devleti etkisi yapmaya başladınız. Ve bundan daha samimi bir itirafta bulunacağım. Biz Güney Amerika da Türk denilince bir zamanlar ülkemize gelmiş ve sonradan zengin olmuş bazı ayak satıcılarından başka kimseyi anlamazdık. Siz ulus olarak büyüklüğünüzü , şeref ve değerinizi ancak Mustafa Kemal adı işitildikten sonra takdir etme olanağından bildik…”
Ve UNESCO'nun,1979 yılında 156 ülkenin oybirliği ile Atatürk ile ilgili kararda şu satırlar var:
“Uluslar arası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışısın öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu…”
Bugün 19 Mayıs 1996.
Ülkenin gene dışta güçlü düşmanları var… İçte gene karanlık güçler var, dış düşmanların uzantıları var. Eskileri öldü :ama yeni mandacılar, eni ayrılıkçılar, yeni şeriatçılar var… Yarım yüzyıllık “gaflet” yada” ihanet'in” sonucu olarak gündeme gelmiş önemli sorunlar var…”*
Dün olduğu gibi bugünde koşullar pek değişmedi. ABD, AB yanlıları, 2. Cumhuriyetçiler, İç odakların tüm çabaları boşunadır. Türkiye Cumhuriyet'i Kurucusunun yolunda ilerleyecektir. İlelebet var olacaktır.
17 Mayıs'ta Ankara'da buluşalım el ele, yan yana, can cana !
*Ahmet Taner Kışlalı
MUSTAFA KEMAL'İN İMZALI ŞİİRLERİ
“Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahtırlar. Besbelliki o adam fert sıfatı ile mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Herkesin kendine göre bir zevki vardır. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır.
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir.”
Atatürk 17 Mart 1937
Bazı kitap ve internet sitelerinde “insanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Çağların Önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün şiirler yazdığı ve dergilerde yayınladığı bilgilerine raslanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Mustafa Kemal Atatürk, adı geçen şiirleri yazmamıştır. Atatürk’e ait olduğu belirtilen şiirler genel de üç tanedir.
“Bir Askerin Mezarı”:
“Şurada kabrin üstünde konulmuş bir
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçururken...
Celadeti taban olurken aldığı cerihat met
....
Cayi istirahatidir, Ne mutlu ki Paye Vatan
Ona nailini intizar olmuş!...”
Bu şiiri Harbiye öğrencisi iken yazdığı söylenmektedir. “Bir Askerin Mezarı” isimli çeviri deniz subayı olan Mustafa Kemal’e aittir. Münir Süleyman Çapanoğlu” Tarih Hazinesi Dergisi’nin 15 Ocak 1951 tarihli sayısının 5. sayfasında yayımladığı bir yazı ile bu büyük yanlışlığa değinmiştir.” “Bu husus sağılığında Atatürk’e de sorularak saptanmıştır.
“Cuşima Muharebe-i Bahriyesi” adlı çevirisi de olan deniz subay Mustafa Kemal, “Gönder” soyadını almış, 1954 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Atatürk’e mal edilen “Kadid-i İstibdat Yahut Kırmızı İzler” isimli şiir 1908 yılında “Neyyir-i Hakikat” gazetesinde, sonrada 24 Kasım 1908 günü “Şanlı Asker” gazetelerinde yayınlanmıştır.
“Bir Köhne Kadit parçası, bir çehre-i menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelaşı
Daima mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkarı sakimene ile aleme karşı...
...
Kabusi hiyanetle vatan can çekişirken
Atimizi dendanı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli Dağları envara boyandı
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.
Bu şiirin Atatürk’e ait olduğu yanlışlığı 19 Mayıs 1942 tarihinde başlamıştır. Aynı tarihte Ankara Halkevinde Atatürkle ilgili bir kitap sergisi açılmış ve bine yakın kitap sergilenmiştir. Sergide “Şanlı Ordu” gazetesindeki kesilmiş ve bu şiir Atatürk’e mal edilmiştir.
Hakkı Tarık Us, 24 Mayıs 1942’de Vakit Gazetesinde yazdığı bir yazı ile bu şiirin Ankara’da bulunan Mustafa Kemal isimli bir avukata ait olduğunu belirtir. Bu yazı üzerine Kadri Kemal Kop, Ankara’da avukat Mustafa Kemalle görüşüyor ve şiirin Avukata ait olduğu anlaşılıyor.
Avukat Mustafa Kemal Olgun, 30 Mayıs 1942 tarihinde Vakit Gazetesinde yayımlanın röportajında, Kadri Kemal Kop’a şunları anlatmaktadır:
“Ben bir tarihte Hamit’in (Abdülhamit II) kahrına uğramış, müebbet kalebentlikle Sinop’a gönderilmiştim...1 Aralık Ankara’da Jandarma müfettişliği yapan ve “Kara Kemal” adıyla tanınan bu zat tekaüt olarak İstanbul’a gitti. Kemal Bey Manastır’da iken orada “Neyyiki Hakikat” adında bir gazetede intisar ederdi. Kemal delaletiyle bende bu gazete ile münasebet tesis ettim ve gazeteye muhabirlik yaptım. Orada görülen “Kadid-i istibdat yahut Kırmızı İzler” manzumesi benimdir.
Hakkı Tarık Us’un uyarması üzerine bu şiirin Atatürk’le hiçbir ilgili olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı Avukat Mustafa Kemal Ongun “Beşike Hadisesi İçin” başlıklı şiiri de yazmıştır. 19 kıtadan oluşuru.
“Çıkıyor gönüllere istimdadı
Samiamda vatanın feryadı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evladı
Etmesin mi anaya imdat?
.....
Yazık oldu, vatana ah yazık...
Her ağızdan çıkıyor: Eyvah yazık!..
Acısın bizlere ah yazık!
Mustafa Kemal
Sinop-25 Kanunuevvel 321 1905
Şiirin altında bulunan tarihe dikkat edilse gerçek ortaya çıkacaktır. Çünkü, Atatürk belirtilen tarihte Sinop’a gitmemiş olup Şamda görev yapmaktaydı.
Sonuç olarak Mustafa Kemal Atatürk’e mal edilen şiirler; deniz subayı Mustafa Kemal Gören ve avukat Mustafa Kemal Olgun’a aittir.
Ben Atatürk’ümü olduğu gibi seviyorum. Ne dayanıksız övgülere ne de dayanıksız yetmelere önem veriyorum verilmemesi gereğine inanıyorum.
Ayrıca, Atatürk Araştırma Merkezi ve Tarih Kurumu neden gerçekleri Türk halkına açıklamaz merak ediyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu gerekli araştırmaları yaparak durumu Türk halkına net bir şekilde açıklamalı, hataları gidermelidir. Görevidir!
Kaynak: Sadi Borak- Atatürk ve Edebiyat
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir.”
Atatürk 17 Mart 1937
Bazı kitap ve internet sitelerinde “insanlık ülküsünün aşık ve seçkin siması” Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Çağların Önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün şiirler yazdığı ve dergilerde yayınladığı bilgilerine raslanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Mustafa Kemal Atatürk, adı geçen şiirleri yazmamıştır. Atatürk’e ait olduğu belirtilen şiirler genel de üç tanedir.
“Bir Askerin Mezarı”:
“Şurada kabrin üstünde konulmuş bir
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçururken...
Celadeti taban olurken aldığı cerihat met
....
Cayi istirahatidir, Ne mutlu ki Paye Vatan
Ona nailini intizar olmuş!...”
Bu şiiri Harbiye öğrencisi iken yazdığı söylenmektedir. “Bir Askerin Mezarı” isimli çeviri deniz subayı olan Mustafa Kemal’e aittir. Münir Süleyman Çapanoğlu” Tarih Hazinesi Dergisi’nin 15 Ocak 1951 tarihli sayısının 5. sayfasında yayımladığı bir yazı ile bu büyük yanlışlığa değinmiştir.” “Bu husus sağılığında Atatürk’e de sorularak saptanmıştır.
“Cuşima Muharebe-i Bahriyesi” adlı çevirisi de olan deniz subay Mustafa Kemal, “Gönder” soyadını almış, 1954 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Atatürk’e mal edilen “Kadid-i İstibdat Yahut Kırmızı İzler” isimli şiir 1908 yılında “Neyyir-i Hakikat” gazetesinde, sonrada 24 Kasım 1908 günü “Şanlı Asker” gazetelerinde yayınlanmıştır.
“Bir Köhne Kadit parçası, bir çehre-i menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelaşı
Daima mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkarı sakimene ile aleme karşı...
...
Kabusi hiyanetle vatan can çekişirken
Atimizi dendanı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli Dağları envara boyandı
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.
Bu şiirin Atatürk’e ait olduğu yanlışlığı 19 Mayıs 1942 tarihinde başlamıştır. Aynı tarihte Ankara Halkevinde Atatürkle ilgili bir kitap sergisi açılmış ve bine yakın kitap sergilenmiştir. Sergide “Şanlı Ordu” gazetesindeki kesilmiş ve bu şiir Atatürk’e mal edilmiştir.
Hakkı Tarık Us, 24 Mayıs 1942’de Vakit Gazetesinde yazdığı bir yazı ile bu şiirin Ankara’da bulunan Mustafa Kemal isimli bir avukata ait olduğunu belirtir. Bu yazı üzerine Kadri Kemal Kop, Ankara’da avukat Mustafa Kemalle görüşüyor ve şiirin Avukata ait olduğu anlaşılıyor.
Avukat Mustafa Kemal Olgun, 30 Mayıs 1942 tarihinde Vakit Gazetesinde yayımlanın röportajında, Kadri Kemal Kop’a şunları anlatmaktadır:
“Ben bir tarihte Hamit’in (Abdülhamit II) kahrına uğramış, müebbet kalebentlikle Sinop’a gönderilmiştim...1 Aralık Ankara’da Jandarma müfettişliği yapan ve “Kara Kemal” adıyla tanınan bu zat tekaüt olarak İstanbul’a gitti. Kemal Bey Manastır’da iken orada “Neyyiki Hakikat” adında bir gazetede intisar ederdi. Kemal delaletiyle bende bu gazete ile münasebet tesis ettim ve gazeteye muhabirlik yaptım. Orada görülen “Kadid-i istibdat yahut Kırmızı İzler” manzumesi benimdir.
Hakkı Tarık Us’un uyarması üzerine bu şiirin Atatürk’le hiçbir ilgili olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı Avukat Mustafa Kemal Ongun “Beşike Hadisesi İçin” başlıklı şiiri de yazmıştır. 19 kıtadan oluşuru.
“Çıkıyor gönüllere istimdadı
Samiamda vatanın feryadı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evladı
Etmesin mi anaya imdat?
.....
Yazık oldu, vatana ah yazık...
Her ağızdan çıkıyor: Eyvah yazık!..
Acısın bizlere ah yazık!
Mustafa Kemal
Sinop-25 Kanunuevvel 321 1905
Şiirin altında bulunan tarihe dikkat edilse gerçek ortaya çıkacaktır. Çünkü, Atatürk belirtilen tarihte Sinop’a gitmemiş olup Şamda görev yapmaktaydı.
Sonuç olarak Mustafa Kemal Atatürk’e mal edilen şiirler; deniz subayı Mustafa Kemal Gören ve avukat Mustafa Kemal Olgun’a aittir.
Ben Atatürk’ümü olduğu gibi seviyorum. Ne dayanıksız övgülere ne de dayanıksız yetmelere önem veriyorum verilmemesi gereğine inanıyorum.
Ayrıca, Atatürk Araştırma Merkezi ve Tarih Kurumu neden gerçekleri Türk halkına açıklamaz merak ediyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu gerekli araştırmaları yaparak durumu Türk halkına net bir şekilde açıklamalı, hataları gidermelidir. Görevidir!
Kaynak: Sadi Borak- Atatürk ve Edebiyat
19 Nisan 2009 Pazar
CUMHURİYET AYDINIĞI - KÖY ENSTİTÜLERİ
Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem,bilgiyi insan için bir süs,başkasından üstün gelme,dolayısıyla başkasını zorlama aracı yada uygun bir zevkten çok,yaşanılan hayatta başarılı olmayı sağlayan,geçerli ve uygulanabilir bir donanım ve güç durumuna getirmektir
Mustafa Kemal ATATÜRK
Köy Enstitülerini Cumhuriyet’in eserleri içinde en değerlisi ve en sevgilisi sayıyorum Köy Enstitülerinde yetişen evlatlarımızın başarılarını ömrüm oldukça unutmayacağım
İsmet İNÖNÜ
Köy Enstitüleri İlkokul öğretmeni yetiştirmek ereği ile 17 NİSAN 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile açılmıştır
Köy Enstitülerinin temeli ÇAĞLARIN ÖNDERİ tarafından atılmış,İsmet İNÖNÜ’nün desteği zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL’in ve İlköğretim Okulları Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ’un başarılı çalışmalarıyla yaşama geçirilmiştir
Kimden alındığının sorulması üzerine Hasan Ali şöyle demiştir:’Arkadaşlar bu kanunla bizim yaptığımız şey bir kopya değildir.Bunları kendi ülkemizin var olan gerçeğine ve toplumsal olgusuna uyarak yapmış bulunuyoruz.Bu bizimdir,kimseden almadık.Başaları bizden alsın.’
‘Cumhuriyeti kuran çağdaş aydın kadrolar eğitimin öncelikle köyden başlamasını belirleyerek eğitimi köylere indirgemeyi benimsemişlerdir.Çok değişik ve çarpıcı ir girişim olan Köy Enstitüleri hareketi beklide dünyaya örnek olacak bir projedir.Tam ‘birliktelik,katılım,yetki ve sorumluluk’eksenine oturtuluştur.Enstitüde kararlar
yönetici,öğretmen ve öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alır.Yönetici ve öğrenci her konuyu tartışabilirler. Cumhuriyet’in bu ulvi projesinin amacı,köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştirildikten sonra,tekrar köylerine geri dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulamamışları eğiterek ülkenin okur-yazar düzeyini yukarı taşımasıydı Köy Enstitülerinin, o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydıYalnız temel dersle değil,yaşama dair bütün konular bir bütünlük içinde işleniyorduBir taraftan güçlü bir tarih eğitimi yanında tarım,elişi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı,diğer taraftan dünya klasiklerini okuyarak ,müzik dinleyerek,tiyatro yaparak dünya değerleri ile tanışıyorlardı(1)
Köy Enstitülerinde okutulan derslerin% 5o’si kültür,%25’i tarım ve %25’i ise teknik
Derslerdir..
Kapatıldığı 1954’kadar Köy Enstitüleri 1398 bayan,15943 erkek olmak üzere
toplam17341 öğretmen yetiştirmiştir.
Devrim aydınlığından ürkenlerin,sömürü ve ağalık düzenini devam ettirmek isteyenlerin başlattıkları kampanya sonucu,dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirerle başlayan süreç 1954 yılında sonuçlandırılmıştır.DP iktidarı döneminde çıkarılan 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri kapatıldı.Bilinmelidir ki aydınlık her zaman karanlığa üstün gelecektir.Her gecenin mutlak bir sabahı olacaktır.
Bir döneme damgasını vurmuş Köy Enstitüleri çok sayıda yazar,düşünür ve sanatçı çıkarmıştır
KÖY ENSTİTÜLERİ VE İLK YÖNEİCİLERİ
Adı: Kurulduğu Yıl: İlk Yöneticiler
Malatya-AKÇADAĞ 1940 Şinasi Tamer-Şerif Tekben
Antalya-AKSU 1940 Talat Ersoy-Halil Öztürk
Samsun-Ladik-AKPINAR 1940 Nurettin Biriz-Enver Kartekin . Sakarya-ARİFİYE 1940 S.Edip Balkır-Ali Doğan Toran
Trabzon-BEŞİKDÜZÜ 1940 H.Arman-O.Ülkümen-F.Akıncı
Kars-CİLAVUZ 1940 Halit Ağanoğlu-Ahmet Korkut
Eskişehir-ÇİFTELER 1937 R.Özyürek-R.İnan-O.Ülkümen
Diyarbakır-DİCLE 1944 Nazif Evren
Adana-DÜZİÇİ 1940 Lütfi Dağlar
Van-ERCİŞ 1947 İbrahim Oymak-Mustafa Yaldır
Kastamonu-Gölköy 1939 Ali Doğan Toran-S.Edip Balkır
İsparta-GÖNEN 1940 Ömer Uzgil-Ayhan Karasu
Ankara-HASANOĞLAN 1941 M.Tuğrul-L.Engin-H.Erman
Konya-İRVİZ 1941 Mehmet Korkut-Recep Gürel
Kırklareli-KEPİRTEPE 1938 Nejat İdil-İhsan Kolabay
İzmir-KIZILÇULLU 1937 Emin Soysal-Hamdi Akman
Aydın-ORTAKLAR 1944 Hayri Çakaloz-
Sıvas-Yıldızeli-PAMUKPINAR 1941 Şinasi Tamer
Kayseri-PAZARÖREN 1940 Sabri Kolçak-Şevket Gedikoğlu
Erzurum-PULUR 1942 Ahmet Korkut-Aydın Arıkşk
Balıkeir-SAVAŞTEPE 1940 Sıtkı Akkay
Kızılçullu 1937,Çifteler1937,Kerpirtepe 1938 ve Gölköy 1939 yılında “Köy Öğretmen Okulu” olarak kurulmuş olup 1940 yılında Köy Enstitüsüne dönüştürülmüştür.
KÖY ENSTİTÜLERİ (ZİRAAT) MARŞI
Sürer,eker,biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı,milletin kesesine
Toplandık has çiftçinin ATATÜRK’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesie
“ Biz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz,
Biz yurdun öz sahibi,efendisi köylüyüz.
İnsanı insan eden,ilkin bu soy,bu toprak
En yeni aletlerle en içten çalışarak
Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak
Kafa dinç,el nasırlı,gönül rahat
Biz ulusal varlığın temeliyiz,kçküyüz
Biz yurdun öz sahibi,efendisiköylüyüz.
Kuracağız öz yurtta,dirliği düzenliği
Yıkıyor engelleri,ulus egemenliği
Görsün köyler bolluğu,rahatlığı,şenliği
Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği
İz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz
Biz yurdun öz sahibi,efendisi köylüyüz.
KAYNAKLAR:
1-İbrahim Ortaş –Köy Enstitüleri (Çukurova Üniversitesi
2-ADD Bulancak Şb.Yayını
3-Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği
Mehmet DEMİRAĞ
13 NİSAN 2009
Mustafa Kemal ATATÜRK
Köy Enstitülerini Cumhuriyet’in eserleri içinde en değerlisi ve en sevgilisi sayıyorum Köy Enstitülerinde yetişen evlatlarımızın başarılarını ömrüm oldukça unutmayacağım
İsmet İNÖNÜ
Köy Enstitüleri İlkokul öğretmeni yetiştirmek ereği ile 17 NİSAN 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile açılmıştır
Köy Enstitülerinin temeli ÇAĞLARIN ÖNDERİ tarafından atılmış,İsmet İNÖNÜ’nün desteği zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL’in ve İlköğretim Okulları Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ’un başarılı çalışmalarıyla yaşama geçirilmiştir
Kimden alındığının sorulması üzerine Hasan Ali şöyle demiştir:’Arkadaşlar bu kanunla bizim yaptığımız şey bir kopya değildir.Bunları kendi ülkemizin var olan gerçeğine ve toplumsal olgusuna uyarak yapmış bulunuyoruz.Bu bizimdir,kimseden almadık.Başaları bizden alsın.’
‘Cumhuriyeti kuran çağdaş aydın kadrolar eğitimin öncelikle köyden başlamasını belirleyerek eğitimi köylere indirgemeyi benimsemişlerdir.Çok değişik ve çarpıcı ir girişim olan Köy Enstitüleri hareketi beklide dünyaya örnek olacak bir projedir.Tam ‘birliktelik,katılım,yetki ve sorumluluk’eksenine oturtuluştur.Enstitüde kararlar
yönetici,öğretmen ve öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alır.Yönetici ve öğrenci her konuyu tartışabilirler. Cumhuriyet’in bu ulvi projesinin amacı,köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştirildikten sonra,tekrar köylerine geri dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulamamışları eğiterek ülkenin okur-yazar düzeyini yukarı taşımasıydı Köy Enstitülerinin, o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydıYalnız temel dersle değil,yaşama dair bütün konular bir bütünlük içinde işleniyorduBir taraftan güçlü bir tarih eğitimi yanında tarım,elişi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı,diğer taraftan dünya klasiklerini okuyarak ,müzik dinleyerek,tiyatro yaparak dünya değerleri ile tanışıyorlardı(1)
Köy Enstitülerinde okutulan derslerin% 5o’si kültür,%25’i tarım ve %25’i ise teknik
Derslerdir..
Kapatıldığı 1954’kadar Köy Enstitüleri 1398 bayan,15943 erkek olmak üzere
toplam17341 öğretmen yetiştirmiştir.
Devrim aydınlığından ürkenlerin,sömürü ve ağalık düzenini devam ettirmek isteyenlerin başlattıkları kampanya sonucu,dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirerle başlayan süreç 1954 yılında sonuçlandırılmıştır.DP iktidarı döneminde çıkarılan 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri kapatıldı.Bilinmelidir ki aydınlık her zaman karanlığa üstün gelecektir.Her gecenin mutlak bir sabahı olacaktır.
Bir döneme damgasını vurmuş Köy Enstitüleri çok sayıda yazar,düşünür ve sanatçı çıkarmıştır
KÖY ENSTİTÜLERİ VE İLK YÖNEİCİLERİ
Adı: Kurulduğu Yıl: İlk Yöneticiler
Malatya-AKÇADAĞ 1940 Şinasi Tamer-Şerif Tekben
Antalya-AKSU 1940 Talat Ersoy-Halil Öztürk
Samsun-Ladik-AKPINAR 1940 Nurettin Biriz-Enver Kartekin . Sakarya-ARİFİYE 1940 S.Edip Balkır-Ali Doğan Toran
Trabzon-BEŞİKDÜZÜ 1940 H.Arman-O.Ülkümen-F.Akıncı
Kars-CİLAVUZ 1940 Halit Ağanoğlu-Ahmet Korkut
Eskişehir-ÇİFTELER 1937 R.Özyürek-R.İnan-O.Ülkümen
Diyarbakır-DİCLE 1944 Nazif Evren
Adana-DÜZİÇİ 1940 Lütfi Dağlar
Van-ERCİŞ 1947 İbrahim Oymak-Mustafa Yaldır
Kastamonu-Gölköy 1939 Ali Doğan Toran-S.Edip Balkır
İsparta-GÖNEN 1940 Ömer Uzgil-Ayhan Karasu
Ankara-HASANOĞLAN 1941 M.Tuğrul-L.Engin-H.Erman
Konya-İRVİZ 1941 Mehmet Korkut-Recep Gürel
Kırklareli-KEPİRTEPE 1938 Nejat İdil-İhsan Kolabay
İzmir-KIZILÇULLU 1937 Emin Soysal-Hamdi Akman
Aydın-ORTAKLAR 1944 Hayri Çakaloz-
Sıvas-Yıldızeli-PAMUKPINAR 1941 Şinasi Tamer
Kayseri-PAZARÖREN 1940 Sabri Kolçak-Şevket Gedikoğlu
Erzurum-PULUR 1942 Ahmet Korkut-Aydın Arıkşk
Balıkeir-SAVAŞTEPE 1940 Sıtkı Akkay
Kızılçullu 1937,Çifteler1937,Kerpirtepe 1938 ve Gölköy 1939 yılında “Köy Öğretmen Okulu” olarak kurulmuş olup 1940 yılında Köy Enstitüsüne dönüştürülmüştür.
KÖY ENSTİTÜLERİ (ZİRAAT) MARŞI
Sürer,eker,biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı,milletin kesesine
Toplandık has çiftçinin ATATÜRK’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesie
“ Biz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz,
Biz yurdun öz sahibi,efendisi köylüyüz.
İnsanı insan eden,ilkin bu soy,bu toprak
En yeni aletlerle en içten çalışarak
Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak
Kafa dinç,el nasırlı,gönül rahat
Biz ulusal varlığın temeliyiz,kçküyüz
Biz yurdun öz sahibi,efendisiköylüyüz.
Kuracağız öz yurtta,dirliği düzenliği
Yıkıyor engelleri,ulus egemenliği
Görsün köyler bolluğu,rahatlığı,şenliği
Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği
İz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz
Biz yurdun öz sahibi,efendisi köylüyüz.
KAYNAKLAR:
1-İbrahim Ortaş –Köy Enstitüleri (Çukurova Üniversitesi
2-ADD Bulancak Şb.Yayını
3-Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği
Mehmet DEMİRAĞ
13 NİSAN 2009
padişah anaları
Padişahın Adı Dönemi Anasının Kökeni Asıl Adı Takma Adı
1.Murat 1360-1389 Rum Horofira Nilüfer
1.Beyazıt 1389-1402 Bulgar Marya Gülçiçek
1.Mehmet 1402-1421 Bulgar Olga Despina
11.Murat 1421-1444 Sırp Veronika Emine
11.Mehmet 1444-1446 Sırp Mara Despina Hü.
1451-1481
11.Beyazıt 1481-1512 Rum Kornelya Gülbahar
1. Selim 1512-1520 Rum - Ayşe
1. Süleyman 1520-1566 Leh Yahudisi Helga Hafsa .
11.Selim 1566-1574 Rus Roksalan Hürrem
111.Murat 1574-ı595 Yahudi Rasel Nurbanu
111.Mehmet 1595-1603 Venedikli Bafo Safiye
1.Ahmet 1603-1622 Yunan Helen Handan
1.Mustafa 1617-1618 İspanyol Violetta -
1622-1623
11.Osman 1618-1622 Rum Evdoksiya Mahfuruze
4.Murat 1623-1640 Rum Anastasiya Mahpeyker
İbrahim 1640-1648 Rum Anastasiya Mahpeyker
4.Mehmet 1648-1687 Rus Nadya Hatice
11.Süleyman 1687-1691 Sırp Katrin Dilaiup
11.Ahmet 1691-1695 Polonya Eva Muazzez 11.Mustafa 1695-1703 Rum Evemia Gülnuş
111.Ahmet 1703-1730 Rum Evemia Gülnuş
1.Mahmut 1730-1754 Rum Aleksanro Saliha
111.Osman 1754*1757 Sırp Mari Şahsuvar
111.Mustafa 1757-1774 Fransız Janet Mihrişah
1.Abdülhamit 1774-1789 Fransız İda Rabia
111.Selim 1789-1807 Ceneviz Agnes Mihrişah
4.Mustafa 1807-1808 Bulgar Sonya Ayşe
11.Mahmut 1808-1839 Fransız Almee Nakşidil
Abdulmecit 1839-1861 Rus Suzi Bezmialem
Abdülaziz 1861-1876 Çingene Besime Pertevniyal
5.Murat 1876-1876 Fransız Vilma Şevkefza
11.Abdülhamit 1876-1909 Ermeni Virjin Tirimüjgan
5.Mehmet 1909-1918 Rum Karolin Gülcemal
6.Mehmet 1918-1922 - Henriet Gülüstü
PADİŞAHLARIN MARİFETLERİ
1451 Yılında Padişah olan İstanbul Fatihi büyük devrimci hükümdar 11.Mehmet,kundaktaki kardeşi Ahmet’i boğdurarak öldürtmüştür.
Osmanlı Padişahları tarafından çıkarılan “NİZAM-I KATLULLAH” isimli kanunla Padişahlar öz oğullarını ve kardeşlerini öldürtebilirler.Şer’an caizdir.
1512 yılında 11.Beyazıt,oğlu Ahmet’i Padişah yapmak istemiş,fakat ikinci oğlu Yavuz Selim tarafından devrilmiştir.Musevi hekime para vererek babasını zehirletmiştir.
1553’te Kanuni Sultan Süleyman oğlu Mustafa’yı kendi çadırında öldürtmüş,tül perdegererek olayı izlemiştir.
1574’te 111.Murat beş kardeşini öldürtmüştür.
1595 yılında 111.Mehmet 19 kardeşini ve kendi yerine geçeceğinden kuşku duyduğu öz oğlu Mahmut’u Haçova savaşından önce öldürtmüştür.
1617”de 1.Mustafa “deli” olduğu için tahttan indirilmiştir.
1622’de Genç Osman,Yeniçeriler tarafından taht’tan indirilmiş,eğersiz ata bindirilmiş,ırzına geçilmiş,sonrada öldürülmüştür.
1623’te 4.Murat “kendisine oğlan sağlayan”İranlı simsar Yusuf’a “Emirgan Koruluğunu “bağışlamıştır.1640 yılında içki sofrasında ölmüştür.Şair Nef’iyi 27 Ocak 1635 yılında öldürtmüş,cesedini Sarayburnu’ndan denize attırmıştır.
1648’de Deli İbrahim tahttan indirilerek öldürülmüştür.
1687’de 4.Mehmet tahttan indirilmiştir.
1703’te 11.Mustafa - -
1730’da 111.Ahmet - -
1807’de 111.Slim tahttan indirilerek öldürülmüştür.
1876 yılında 5. Murat “deli”olduğundan tahttan indirilmiştir.
1909’da 11.Abdülhamit tahttan indirilmiştir.
1876yılında Abdülaziz tahttan indirilmiştir.
Son Padişah 6.Mehmet Vahidettin İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etmiştir.
Kaynaklar
1-Ali Kemal MERAM
2-Prof.Dr.Ahmet MUMCU
3-Reşat Ekrem KOÇU Mehmet DEMİRAĞ
7-Nisan 2009-04-07
1
1.Murat 1360-1389 Rum Horofira Nilüfer
1.Beyazıt 1389-1402 Bulgar Marya Gülçiçek
1.Mehmet 1402-1421 Bulgar Olga Despina
11.Murat 1421-1444 Sırp Veronika Emine
11.Mehmet 1444-1446 Sırp Mara Despina Hü.
1451-1481
11.Beyazıt 1481-1512 Rum Kornelya Gülbahar
1. Selim 1512-1520 Rum - Ayşe
1. Süleyman 1520-1566 Leh Yahudisi Helga Hafsa .
11.Selim 1566-1574 Rus Roksalan Hürrem
111.Murat 1574-ı595 Yahudi Rasel Nurbanu
111.Mehmet 1595-1603 Venedikli Bafo Safiye
1.Ahmet 1603-1622 Yunan Helen Handan
1.Mustafa 1617-1618 İspanyol Violetta -
1622-1623
11.Osman 1618-1622 Rum Evdoksiya Mahfuruze
4.Murat 1623-1640 Rum Anastasiya Mahpeyker
İbrahim 1640-1648 Rum Anastasiya Mahpeyker
4.Mehmet 1648-1687 Rus Nadya Hatice
11.Süleyman 1687-1691 Sırp Katrin Dilaiup
11.Ahmet 1691-1695 Polonya Eva Muazzez 11.Mustafa 1695-1703 Rum Evemia Gülnuş
111.Ahmet 1703-1730 Rum Evemia Gülnuş
1.Mahmut 1730-1754 Rum Aleksanro Saliha
111.Osman 1754*1757 Sırp Mari Şahsuvar
111.Mustafa 1757-1774 Fransız Janet Mihrişah
1.Abdülhamit 1774-1789 Fransız İda Rabia
111.Selim 1789-1807 Ceneviz Agnes Mihrişah
4.Mustafa 1807-1808 Bulgar Sonya Ayşe
11.Mahmut 1808-1839 Fransız Almee Nakşidil
Abdulmecit 1839-1861 Rus Suzi Bezmialem
Abdülaziz 1861-1876 Çingene Besime Pertevniyal
5.Murat 1876-1876 Fransız Vilma Şevkefza
11.Abdülhamit 1876-1909 Ermeni Virjin Tirimüjgan
5.Mehmet 1909-1918 Rum Karolin Gülcemal
6.Mehmet 1918-1922 - Henriet Gülüstü
PADİŞAHLARIN MARİFETLERİ
1451 Yılında Padişah olan İstanbul Fatihi büyük devrimci hükümdar 11.Mehmet,kundaktaki kardeşi Ahmet’i boğdurarak öldürtmüştür.
Osmanlı Padişahları tarafından çıkarılan “NİZAM-I KATLULLAH” isimli kanunla Padişahlar öz oğullarını ve kardeşlerini öldürtebilirler.Şer’an caizdir.
1512 yılında 11.Beyazıt,oğlu Ahmet’i Padişah yapmak istemiş,fakat ikinci oğlu Yavuz Selim tarafından devrilmiştir.Musevi hekime para vererek babasını zehirletmiştir.
1553’te Kanuni Sultan Süleyman oğlu Mustafa’yı kendi çadırında öldürtmüş,tül perdegererek olayı izlemiştir.
1574’te 111.Murat beş kardeşini öldürtmüştür.
1595 yılında 111.Mehmet 19 kardeşini ve kendi yerine geçeceğinden kuşku duyduğu öz oğlu Mahmut’u Haçova savaşından önce öldürtmüştür.
1617”de 1.Mustafa “deli” olduğu için tahttan indirilmiştir.
1622’de Genç Osman,Yeniçeriler tarafından taht’tan indirilmiş,eğersiz ata bindirilmiş,ırzına geçilmiş,sonrada öldürülmüştür.
1623’te 4.Murat “kendisine oğlan sağlayan”İranlı simsar Yusuf’a “Emirgan Koruluğunu “bağışlamıştır.1640 yılında içki sofrasında ölmüştür.Şair Nef’iyi 27 Ocak 1635 yılında öldürtmüş,cesedini Sarayburnu’ndan denize attırmıştır.
1648’de Deli İbrahim tahttan indirilerek öldürülmüştür.
1687’de 4.Mehmet tahttan indirilmiştir.
1703’te 11.Mustafa - -
1730’da 111.Ahmet - -
1807’de 111.Slim tahttan indirilerek öldürülmüştür.
1876 yılında 5. Murat “deli”olduğundan tahttan indirilmiştir.
1909’da 11.Abdülhamit tahttan indirilmiştir.
1876yılında Abdülaziz tahttan indirilmiştir.
Son Padişah 6.Mehmet Vahidettin İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etmiştir.
Kaynaklar
1-Ali Kemal MERAM
2-Prof.Dr.Ahmet MUMCU
3-Reşat Ekrem KOÇU Mehmet DEMİRAĞ
7-Nisan 2009-04-07
1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)